FARKLILIĞA TAHAMMÜLSÜZLÜK MALAKANLAR VE MALAKAN GİBİ OLMAK
Ayten'imle ve ilkokul arkadaşlarımla (TED-Ankara), iki yıl önce yaptığımız son geziydi bu.
O dağ gibi kadın iki hafta geçmeden vefat etti.
Üç-dört gün gibi kısa bir süreliğine olsa da, çok doyurucu bir geziydi.
Bu gezi bana da epey yazdırdı.
Aşağıda, virgülüne dokunmadan paylaşıyorum birini.
Malakanlar 1877-1878 (93 harbi) Osmanlı-Rus savaşı sonrasında, Kars yöresine yerleştirilmiş dini-etnik bir grup.
Malaka ,Rusça’da ‘süt’ anlamına geliyor
Topluluk, Ortodoks Kilisesinin oruç ritüellerini kabul etmiyor ve oruç zamanlarında da hayvansal gıdaları tüketiyor, süt içiyorlardı.
Bu nedenle kendilerine ‘süt içenler’ anlamına gelen Molokon ismi verilmişti.
Rus Ortodoks Kilisesi’nden ayrılmış bir mezhep olan Malakanlar, eski Ahit’i kutsal kitap olarak kabul etmişlerdi. Bu kitap onlar için ‘ruhu besleyen süt’ gibiydi.
Kendilerini Hıristiyan inancı içerisinde görseler de dinsel düşünce ve uygulamaları bakımından Eski Ahit ve Pagan Rus inancının bir senteziydi.
Malakanların 18. Yüzyılda kaleme alınmış ‘Güneş Kitabı’ adı verilen bir de kutsal kitapları mevcuttu.
Musa’nın 10 Emri’ni inanç sistemlerinin içine almışlar; hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak gibi kuralları günlük yaşantılarında titizlikle uygulamışlardı.
Malakanlar, rus köylülerinden ortaya çıkmış bir gruptu.
Rus köylülerinin ve onlara önderlik eden Ruhban sınıfı ile, Kilise ve Çarlık’la giriştikleri çatışmaların neticesinde 1682 yılları civarında ortaya çıkmışlardı.
Çarlık zulmü karşısındaki tek ve sürekli direnişleri ‘pasifizm’ olan bu topluluk, İsa'nın şiddet karşısındaki söylemlerini kendilerine düstur edinmiş ; bu nedenle şiddetin her türlüsünden uzak durmuşlardı.
Mutlak bir tanrıya inanan Malakanlar, Tanrı’nın tahtla, taşla, kilise yapılarıyla, ikon ve hac gibi insan yapımı nesnelerle temsil edilmesini kabul etmemişler, bu obje ve materyalleri inançlarının içine sokmamışlardır.
Malakanlar batı Protestanlığı'ndan etkilenmekle birlikte, bunu da, ruhban sınıfına olan karşıtlıkları nedeniyle reddetmişlerdir.
İnançları itibariyle kabuklu deniz hayvanları ve domuz eti yemezlerdi.
İbadetlerini evlerinde kapalı olarak ve gösterişsiz bir şekilde yaparlardı.
Silah taşımamışlar, kullanmamışlar, askeri üniformayı ve askere gitmeyi reddetmişler, daima şiddete ve savaşlara karşı durmuşlardır.
Rusya’da 19. yüzyılın sonlarında askerliğin yasa ile zorunlu kılınması neticesinde, askere gitmeyi ve ilgili yasayı tümüyle reddettiler. Askerliği ‘insanların zalimliği’ olarak tanımladılar.
Malakanlar, tıpkı Ukraynalı Don Kazakları Dukhoborlar gibi her dönem mezhep, kilise ve Çar’ın zulmüne uğradılar.
Savaşa ve şiddete sürekli karşı çıktılar, ikonları, kiliseleri ve ruhban sınıfını reddettiler ve insanca, komünal bir yaşamı savundular ve tavizsiz öyle yaşadılar.
Dukhoborların en önemli ve bilinen taraftarı yazar LEO TOLSTOY, özgürlük ve insan haklarının yaygınlaşması konusunda yaşamı boyunca büyük bir mücadele vermiştir ki, Dukhoborlar da Malakan tarikatının bir alt grubu olarak askerlik yasası sonrasında, topraklarını terk etmeye ve Rusya dışına kaçmaya başladılar.
Rus otokrasisi ve Ortodoks Kilisesi bu topluluğu hiç sevmedi ve üzerlerinde her türlü baskı ve zulmü, her dönem en şiddetli bir biçimde uyguladı.
Çar 1. Nikola zamanında Malakanlar üzerindeki baskılar iyice ağırlaşır ve Malakan’ların kendi inanç ve geleneklerine özgü yaşamları, ibadetleri için bir araya gelmeleri, hatta Ortodokslar tarafından çalıştırılmaları, bulundukları bölgelerden ayrılmaları ve pasaport almaları, Güney eyaletlerine gitmeleri ve oralarda yaşamaları bile yasaklanır.
93 Harbi sonrasında, Çar 2. Nikolo döneminde Kars, Ardahan ve Iğdır’ı ele geçiren Rus Çarlığı, Malakan’ları özellikle askere ve savaşa gitmeyi reddettikleri ve Rus Ortodoks Kilisesi’yle ters düştükleri ve fakat inançlarını değiştirmedikleri için, dağıtarak sürgünlere ve özellikle bu bölgeye gönderdiler.
15.000 kişi olarak yola çıktılar ve fakat 7.500 kişi olarak Kars’a ulaştılar.
Devrim öncesi yola çıkanlar ise, Kars, Ardahan ve Iğdır’da meydana gelen siyasi belirsizlik içerisinde Kars’a yerleştirildiler.
Her daim Bolşevik devrimine sempati duydular.
Karsta hayvancılık ve çiftçilik yaptılar. Kapalı bir şekilde yaşadılar ve ne Ortodokslar, ne de Türkler ile kaynaşmadılar.
Kars’ta o dönemin ilkel şartlarında tarımla uğraştılar; suculuk, su değirmenciliği, peynircilik, değirmencilik, ziraatçılık, arıcılık ve hayvancılık yaptılar. Bu alanlarda modern teknikler uyguladılar ve bu teknikleri yaygınlaştırdılar.
Ana vatanları ile hiçbir bağları kalmamasına rağmen özellikle soğuk savaş döneminde ‘Sovyet-Komünist ajanları’ olarak Türk hükümetlerinden baskı gördüler.
Merkeze bağlı Çalkavur köylerinde yaşadılar.
Önemli bir bölümü, 1920 de imzalanan Gümrü anlaşması neticesinde Kars yeniden Türkiye’ye geçince ve Türk Hükümeti tarafından ‘1921 yılına kadar askerlik yapmadıkları taktirde, Kars’ı terk etmelerine’ yönelik çıkartılan yasa karşısında, Rusya’ya döndüler.
Kalanlar daha sonra meydana gelen gayrı müslümlere yönelik uygulamalardan ve özellikle 6-7 Eylül olaylarından çok etkilendiler ve endişe içinde yaşadılar.
Onlar da, özellikle Kâzım Karabekir’in askere alma baskı ve tehditleri karşısında Anadolu’yu terk ettiler.
Çünkü Türk Hükümetleri de, onların Bolşeviklere olan sempatilerinden ve eşitlikçi dünya görüşlerinden oldukça rahatsız oluyorlardı.
Ve nihayet 1962’de muradımıza erdik.
Son kafile de 1962 yılında bu toprakları terk etmek zorunda kaldı.
Türk hükümeti bazı Malakan'ları, ancak askere alınmaları şartıyla Rus hükümetine teslim etmiş ki, Rus hükümeti de bu şartı kabul etmiş.
Sıcak dostluklarını, barış severliklerini, emsâl teşkil eden evlerini ardlarında bırakıp Türkiyeyi tümüyle terk ettiler .
Terk ederken, ' belki bir gün yine geliriz' umuduyla evlerini Türk insanına emanet etmişler, paralarını toprağa gömmüşler.
Ancak sonucu tahmin edebiliriz sanırım.
Kazılmadık yer, mezar bırakılmamış.
Günümüzde Karsta hiç Malakan bulunmuyor.
Ancak Kars’lılar Malakan’lıları anlatırken; güzel kızlar için ‘Malakan kızı’, çalışkanlığı anlatırken; ‘Malakan gibi çalışkan’, bir büyük baş hayvanı tanımlarken; ‘Malakan ineği’ gibi ifadeler kullanıyorlar. ‘Malakan gibi temiz’, ‘Malakan gibi tertipli’, ‘Malakan gibi dürüst’, ‘Malakan gibi gösterişsiz’ vb. ifadeleri de bunlara eklemek gerekiyor.
Öylesine mütevazi yaşarlarmış ki, ne düğün-dernek, ne nişan ne tören…
Aileler, zaman zaman evlerde bir araya geldiklerinde eğer bir malakan kızı bir erkeğin kemerine dokunur ve o erkek de o kıza mendil atarsa, oracıkta birliktelikleri ilân edilir ve oracıkta nişan-düğün yapılırmış.
Öylesine temiz ve tertiplilermiş ki, evleri , evlerinin önü ve mahalleleri her zaman pırıl pırıl, rengârenk çiçeklerle bezenmiş ve olağanüstü bir düzen içerisindeymiş.
Öylesine çalışkanlarmış ki, kısacık zamanda pek çok zırai ve hayvansal yeni ürünü Kars’a kazandırmışlar. Bunların çoğu Kars insanı tarafından üretiliyor ve bakkallarda, marketlerde satılıyor.
Malakan kaşarı (kars Kaşarı) da bunlardan birisi.
Malakan su değirmenlerinin ünü de hayli yaygın.
Bu değirmenlerde öğütülen buğday, taze taze hamur haline getirilirmiş ki, bu da bu hamurun kullanıldığı bütün hamur yemeklerinin ve özellikle Kars yerel yameklerinden Hangel'in çok çok lezzetli olmasının sırrı imiş.
Ne mutluyum ki bu ziyaretimde terk edilmiş bir köylerini de ziyaret ettim.
Parke taşı kaplı, sanki günümüz yolları öngörülmüşcesine inşa edilmiş koskoca bir bulvarın 2 yakasında şirin, pırıl pırıl, çıçekler içinde evler…
İzleri her köşede yaşıyor.
Malakan’lar tüm insanlığı kurtaracak yüce ve ve erdemli insanlar olarak anılıyorlar, hatırlanıyorlar.
Kars halkı Malakan’ları saygıyla yad ediyor.
Saygıyla…
Bilgiler web ve çeşitli kaynaklardan derlenmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder