AYTEN'İ ANMAK -AYTEN'İME ZİMMETLİYİM
korkuyorum sensizlikten
gitme
hayallerimi terketme
01.08.2019'da kaleme aldığım bu yazının, dün yazdıklarımı tamamlayacağını düşündüm.
Alttaki sunum bölümü ise 2020'de eklemlenmiş.
Bakanlar Kurulu'na açtığım davayı kazandım. Ayten'im öldükten sonra onun üstüne olan zimmetim de kalktı.
Ben bir materyalistim.
Ölümden sonraki yaşama inanmam.
Ölum yok oluştur ebediyen.
Dolayısıyla ölen birilerinin ya da ruhlarının göğün 7 kat yukarısından bizi izlediğini de düşünmem.
Yeni, başka hayatlara can suyu olmaktır ölüm.
İçimizde yaşattığımız ise hatıralardır yalnızca.
Alyansın bize hatırlattıkları da öyle.
Yaşadıklarımıza, gidene olan saygıdır sadece.
Acı mı?
Elbet ama, zaman onun da panzehiri değil mi?
Gun gelir acılar da, gülümseten hatıralara dönüşürler.
O nedenle ölümün ve ölenin ardından sürgit ağıtlar yakmak, matem tutmak normal bir durum değildir.
Hatta bu durumun patolojik bir olay olduğu bile söylenebilir.
Çünkü bizi gidene bağlayan, sadece yaşanmış güzelliklerdir artık.
Öyle olmasaydı hayat devam edemezdi.
Oysa hayat devam ediyor.
Bütün güzellikleriyle, bütün çirkinlikleriyle...
Bu yazdıklarım 'özel hayat' değildir.
Özelini ifşa etmek, paylaşıma açmak hiç değildir.
Sadece hayatın içerisinde çokça rastlanılmayan insan davranış ve ilişkilerinin tecrübe, ders ve ibretlik niteliğindeki aktarımlarıdır; herkesçe bilinmesinde yarar olunan 'hayatın özelleri'dir.
Dolayısıyla hiç apolitik değildir, tersine 'özel hayatın' politikliğidir.
Bana çokça hayat tecrübesi ve dersler kazandırmıştır.
Ve kalbim, o kadını anlatmayı bana önemli bir görev olarak vermiştir.
O sert mizaçlı, o gözü kara, o inatçı, o tuttuğunu bırakmayan, o hayatı koşuşturmaca, o herkes için anaç kadını...
Bir insan, çok da politik bir hayat bakışına sahip olmadığı halde, evlenirken bile eşinin durumu nedeniyle pek çok atraksiyon yapma zorunda kalmış, eşinin politik tercihlerinden doğan pek çok sıkıntıyı, cefakâr bir şekilde göğüslemişse, yıllarca bütün TC kayıtlarında 'yok' kabul edilen eşinin durumu nedeniyle ve çocuğunun da nüfusa babasız kaydolmasını istemediği için, çocuğuna yıllarca nüfus cüzdanı bile çıkartamamışsa ve bu durumdan tek bir kere olsun yakınmamış, tek bir kere olsun söz etmemişse; yıllar boyu bir sır gibi beyninin kuytuluklarına gömmüşse, tek bir dilekçeyle mahkemesiz, avukatsız, maliyetsiz boşanma, yani bütün sıkıntılarından anında kurtulabilme olanağı varken, bunu bir kez olsun aklına bile getirmemişse, daima eşi ve çocukları için çabalamış çabalamış ve hep çabalamışsa...
Eşinin siyasi düşüncelerine katılsın-katılmasın hiç müdahale etmemiş, tersine onu düşünceleri doğrultusunda mücadele etmek için sürekli teşvik etmişse...
Ve eşini zimmetine almak suretiyle bu topraklardan gönderilmesine olanca gücüyle direnmişse...
O kadın sadece saygı duyulacak değil, ama unutulmayacak olandır.
Yaşanılanlar, hayatta hiç bir tabusu ve kutsalı olmamış olan bendenizin iç dünyasına, o kadını bir tabu ve kutsal olarak nakşetmiştir.
Bu nedenla yaşadığında 'halkalı köle' olmamak için, taraflarca takılmayan alyans, ölümüyle birlikte benim parmağıma yerleşmiştir.
Bu bir sevdadır, bu bir vefadır, bu bir saygıdır...
Bu yüzüğü ölümüyle birlikte parmağıma taktıysam eğer, Ayten'ime tam kalbimden zimmetli olduğum içindir.
Ve ne bir ironidir bu ve ne bir melankolidir asla.
Sadakattır, şükrandır...
Fiziken toprağa karışmış olsa da, parçalanmış-dağılmış, hücrelerine,-atomlarına ayrışmış olsa da, böylece yeni, yepyeni canlara can olmuş olsa da...
Bu hatıralara ve hatıraların hayallerine duyulan özlemdir, aşktır.
İnsanın bir 'özel'i, belki bir tabuyu, belki bir kutsalı yıkmaktan, yok etmekten ürkmesi ve hatta korkmasıdır.
Kendi kalbinde, çocuklarının kalbinde ve toplumun kalbinde.
Kimbilir bu toprakların sürgünü Ahmed Arif'i anlayabilmektir belki.
"Aç kaldım, susuz kaldım, hayın karanlıktı gece
TERKETMEDİ SEVDAN BENİ"
İnsan iradesi, insana karşı olan her durumun üstesinden gelebilecek güç ve kabiliyettedir.
Bütün zaafların üstesinden gelebilecek ve bütün engelleri aşabilecek kadar hem de...
Cinsel içgüdülerinin bile...
İşte aşağıda 'yok' sayıldığımın ve eşi için çırpınan o kadının beni kurtarmak için üstüne zimmetlediği, benim ise Haymatlos olarak Ayten'ime zimmetlendiğim için gururla imzaladığım resmi belge...
Ve o kadının, tek başına verdiği mücadeledeki çırpınış söylemleri...
Ah Ayten'im!
Seni gerçekten sevmişim ben gerçekten.
türkiye haberleri
Haberler Türkiye
Gözaltına alınan ve mahkeme sorgusunun ardından serbest bırakılan Kudret Köksal, altı gündür vatansız olduğu gerekçesiyle Yabancılar Şube Müdürlüğü'nde tutuluyor.
Köksal'ın ailesi, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu.
Kudret Köksal'ın eşi Ayten Köksal, öğleden sonra Sultanahmet'te bulunan İstanbul Adliyesi'ne geldi.
Köksal'ın eşi, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlar Kurulu üyeleri, İçişleri Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ve Yabancılar Şubesi Müdürlüğü için suç duyurusunda bulundu.
Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusu dilekçesini sunan Ayten Köksal daha sonra gazetecilere konuyla ilgili basın açıklaması yaptı.
Ayten Köksal:
"Benim söyleyebileceğim tek şey şudur:
Ülkeden gönderilmek için kendisine üç seçenek sunulan eşim, eğer Türk vatandaşlığından değil de, herhangi bir ülkenin vatandaşlığından çıkarılmış olsaydı, ben onu o ülkenin vatandaşı ve onun eşi olarak misafir alıp evime götürme hakkına sahip olacaktım.
Ama burada götüremiyorum.
Acayip derecede çelişkili bir durum..
Konuyu nereye oturtacaklarını, nereye koyacaklarını bilemiyorlar.
Ki benim eşim bir vicdani-siyasi redcidir; yani onu salt bu gerekçeyle vatandaşlıktan çıkarmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. O sadece bir düşünce ve vicdan adamıdır." dedi.
01.08.2019
Yorumlar
Yorum Gönder