SIRADAN- HİKÂYE

Aşağıdaki 'sıradan' öykü, 'kadın hissiyatı ve ağzıyla', 1984 yılında Kadınca Dergisi'nde yayınlandı.
Sıradandı...
Çünkü ülkemizdeki ve dahi dünyadaki bütün kadınların kötü kaderleri gibi olağanlaşmış, sıradanlaşmıştı.
O nedenle gerçek bir hayat öyküsünden aktarılırken, adı 'SIRADAN' olarak konulmuştu.
Duygu Asena'ya fazlasıyla saygı duymuşumdur.
Dünya görüşü ve Feminizm algılaması ve yorumlaması bakımından uyuşmasam da çok cesur bir kadın olduğuna ve bu yönüyle bile kadın hareketine katkı sağladığına kuşkum yoktur.
Dün doğum günüymüş.
Onun anısına, dergisinde, 'imzasız olarak yayınlanmasını' rıca ettiğim için imzasız yer alan hikâyelerden birini aktarıyorum.
-Ah sevgili Firuze... Eril tanrılarla yürüdükçe bu işler, daha kimbilir hangi 'önceden belirlenmiş' kaderlere sürükleyecekler seni.
S I R A D AN
ŞU 'İTİRAF' SÖZCÜĞÜ
'Öncelikle kaygımı dile getirmeliyim sanırım. Şu 'İtiraf' sözcüğü... İçeriğinde kanımı buza kesen bir anlam gizliyor sanki. Öyle sevimsiz, öyle ürkünç... Söyleyin, suç ve suçlu sözcüklerini de çağrıştırmıyor mu? O nedenle belki, huzursuzum biraz. Suçluymuşumcasına bir duyguyla doluveriyor zaman zaman yüreğim. Oysa değil!... Toplumun değer yargıları hangi damgayı vuracaksa vursun bana; kendi içimde asla, asla değil.'
Şu 'itiraf' sözcüğü... Böylesine gereksiz konuşturdu işte beni. Oysa anlatım sözcüğü, aysa aktarım sözcüğü ya da ders sözcüğü seçilemez miydi örneğin? O zaman sımsıcak bir duyguyla dolardı belki içim. Neyse...
Her insan kendi hayatının romanlara konu olabilecek kadar karmaşık ve ilginç olduğunu sanırmış. Öyle derler. Oysa bir sanıdan öte, gerçekliğin öyle olduğunu düşünmekteyim ben. Bırakınız 'hayat' denilen o upuzun süreci, hangi birimizin tek bir ânı bile yazılmakla sonlandırılabilir çoğu kez? Sığdırmak, sıkıştırmak mümkün müdür her zaman; o sonlu romanlara, o sonsuz evrenini yüreklerimizin? Çukurova'daki Hatçe kızınki örneğin, tekstil işçisi Ayşe'ninki ya da benim yüreğim... Ne farkı var? Bir koca fasit üçgenin, üç ayrı köşelerinde değil miyiz yalnızca? Neyse...
Öyküm sizlere 'basit' gelebilir. Sıradan bir insanım. Yüreğinden başkaca hiçbir karmaşıklığı olmayan sıradan bir insan... Yirmidört yaşında, bir çocuk annesi, evli bir kadınım. Evliyim ama, yüreğimi sarmalayan insan, yazık ki kocam değil. Değil ya, onunla paylaşmak zorundayım yatağımı; anca bir robotun paylaşabildiğince... Bir sıradan, küçük ve iğrenç oyunun, sıradan, küçük ve iğrenç oyuncusuyum aslında. Neyse...
Öykümü sizlere aktarma ihtiyacını neden duydum, bilmiyorum. Birşeyleri paylaşmak mı acaba? Kimbilir? Yalnız biraz gerilere uzanır da sıkarsam sizi, bağışlayınız lütfen beni. Gelinen noktayı iyi kavrayabilmenin en sağlıklı yolu budur sanırım. Neyse...
BİR HAYAT KADINININ KIZIYIM
Adana... Gecelerinde pavyon neonlarının sönmediği o korkunç çelişkiler kenti.
Ve annem... Güzel annem... Neonlarda adı geçmeyen, küçücük bir sermayedir o pavyonlardan birinde. Sabahlara kadar içmek, içtiği karşılığında orasını-burasını elletmek ya da tenini satmaktır işi.
İşte tenini sattığı o yüzlercesinden biri vurulur ona bir gün. Adam zengin, adam evli, adam çocuklu. Ancak öylesine kaptırır ki kendisini o güzel kadına, ne karısını anımsar olur, ne çocuklarını... Kadın, yani annem taktik gereği sever görünür adamı. Sever görünür çünkü mesleğinin önemli bir esprisidir bu. Sever görünür çünkü, vereceksin ki alacaksın... Sever görünür çünkü, ancak öylece kurtulabilir, kurtulabilecekse eğer, sonu genelev olan o pis bataktan. Nitekim çok geçmeden çıkarır kadını pavyondan adam; yaşanılası bir ev açar ona. Üç çocuğunu ve karısını da terkederek onunla yaşamaya başlar. Tam üç kızları olur bu beraberliklerinden. Sonuncusu, yani ben doğarım ya, adam boşar nikâhlı karısını ve annemle imam nikâhı kıyar.
ÇOCUKLUĞUMUN EN UNUTULMAZ HATIRALARI BABAMIN ANNEMİ VE BİZİ DÖVMEDİĞİ ANLARDI
Adam içkide, kumarda, pavyonda... Hayat babamın dayakları ile annemin gözyaşları arasında oluşmuş bir azap köprüsüydü benim için. Evde olduğu her an sarhoştu; her an döver döverdi. 'Rakının yanında niçin maydonoz getirmedin' der vururdu tokadı. Bu nedenle olmalı, yedi yaşımda olan anılarımda sadece gözyaşı, sadece çocukça nefretim vardır.
Hayat bu ya, gün gelir adam herşeyini yitiriverir kumarda. Böylelikle annemin o güne kadar sinmiş olan sevgisizliği de gün ışığına çıkıverir. Bunun üzerine daha ketmerli eziyet etmeye başlar adam.
Kısa bir süre sonra erkek kardeşim dünyaya geldi. Evdeki aş bizlere bile yetmezdi ki o garip nasıl doysun Yıllar yılları kovaladı, peşisıra sıkıntılar, peşisıra acılar... Sonuçta kalktık , İstanbul'a geldik. Ahh İstanbul! Yalnızca umutlarımızı değil, elimizde-avucumuzda ne kaldıysa alıp götürdü bizden. Küçücük yüreklerimiz öylesine mutsuzdu ki... Babamın hır-güründen, annemin onbeş günde bir evi terketmesinden , her sarhoşluk anında okul araç-gereçlerimizin kırılıp dökülmesinden, bu nedenle okula düzenli devam edememekten ya da öğretmenlerimize derdimizi dile getirememekten öylesine bıkıp usanmıştık ki... Babamın evde olmadığı saatler sevinç saatleri olmuştu bizler için. Bütün ev ödevlerimizi böyle zamanlarda büyük bir telâşla yapar, sonrasında okul araç gereçlerimizi özenle saklardık. Babamın o kudurmuşcasına anneme saldırdığı anlar, en büyüğümüzden en küçüğümüze aynı duyguları paylaşır ve ondan kurtulabilmenin çocukça plânlarını yapardık çocuk aklımızla. Düşünün ne büyük bir nefrettir ki, bir gün büyük ablam babama bıçakla saldırdı. Sonrasında nasıl sağ kaldığına halâ şaşarım.
Yine bir gün, bir sarhoşluk anında babam anneme silâh çekerek, onu öldürmekle tehdit etti. Ve sanırım ip orada koptu. Annem olayı polise intikâl ettirdi. Babamı alıp götürdüler. Koskoca bir yıl görmedik. Ne büyük mutluluktu.
VE GERİYE DÖNÜŞ: ANNEM RANDEVU EVİ İŞLETİYOR
Babam cezaevindeyken annem kendisine bir dost edindi. İğrenç bir adamdı. Böylece geçmişte kalan her şey yeniden yaşanmaya başlandı. Büyük ablam bir meyhanede garsonluk yapıyor, ortanca ablam ise iplik fabrikasında işçi olarak çalışıyordu. Yani onlar için okul sıraları artık çok gerilerde kalmıştı. O yıllarda sanırım on yaşlarındaydım. Kardeşimin bakımından fırsat buldukça, okula devam edebilen bir ben kalmıştım. Kimsenin derslerimle falan ilgilendiği yoktu., o iğrenç adamın ablamlara ve bana sarkıntılıklarııyla da... Ama her iki ablam da okuyabilmem kosusunda öylesine titizleniyorlardı ki...
Yine o yıl annemin bir arkadaşı dostuyla birlikte bizim evde kalmaya başladı. Karşılığında ise para yardımında bulunuyorlardı. Annemin evde olmadığı bir gün, bu kadın beni de yanına katarak Çatalca'da bir köhne bir eve götürdü. Eve bir yığın adam girip çıkıyordu. Öylesine meraklanmıştım ki, bahçeye çıktım, bir odanın penceresine gözümü dayayıp içeriyi, gözlemeye başladım. Gördüklerim karşısında yalnızca o kadına değil ama, anneme de kinlendim. Çok değil, kısa bir süre sonra bizim evin trafiği de tıpkı o ev gibi yoğunlaşıverdi. Artık evimiz bir randevu eviydi. Yalnızca benim odam gelip gidenlere tahsis edilmiyordu.
Ve hakaretler, ve kovulmalar, ve polisler... Annem her onbeş günde bir nezarete alınıyor ve gittiği her yerde özellikle mahalele gençleri tarafından aşağılanıp tacize uğruyor, kovuluyordu. Bu nedenle işini de yürütemez oldu. Ve bu kez aldıklarıyla yetinmeyen dostu, hayatı zindan etmeye başladı bizlere. İstiyor, istiyor, istiyordu...
Öylesine sevgiye muhtaçtık ki... Tek oyunumuz büyük ablamın anne olduğu, bizleri okşayıp bağrına bastığı evcilik oyunuydu.
ABLAM ANNEMİN DOSTUNA TESLİM ETTİ KENDİSİNİ, YİĞENİM HALÂ BİLMEZ KİM OLDUĞUNU BABASININ
Artık herşey öylesine kokuşmuştu ki, o hiç sevmediğimiz adamın çıkmasını gözler olmuştuk cezaevinden. Ve Çıktı... Çıktı ya, değişen hiçbirşey olmadı hayatımızda. Babam beni ve kardeşimi halama gönderdi. Bir müddet onunla birlikte kaldık. Daha sonra ise tekrar Adana'ya babaannemin yanına gittik. Orada aylarca annemizin 'bir orospu olduğu' kakıldı beynimize. Horlandık... Sonrasında babam bıkmış olacak ki bizden, annemin yanına geri gönderdi. Ve boş etti onu. Adana'da bir başka kadınla evlenerek tümüyle ayrı bir yol çizdi kendisine.
Annemin yanına döner dönmez yeniden okula başladım. Israrla okumaya ve karnemde zayıf getirmemeye çabalıyordum. Hoş, getirsem de kimsenin umrunda olmuyordu ya... Bu arada büyük ablam kendisine çok kötü bir çevre edinmişti. Annemi dostu, ile sevişirken görmüş ve olaya duyduğu tepki nedeniyle kendisini evin dışına atmıştı. Bazen haftalarca eve uğramıyordu. Keşke hiç uğramasaydı. Çünkü bir gün kendisini annemin dostuna teslim etti. 'Ondan hamile kaldığı taktirde annemden intikam alabileceğini' sanıyor ve belki de böylece 'o adamı başından defedebileceğini' umuyordu. Yazık ki dilekleri gerçekleşmedi. Hamileliğinin ise çok geç farkına varıldığı için, bebek aldırılamadı. Şimdi on yaşında. Babasının kim olduğunu halâ saklamadayız ondan. Okumak konusunda öylesine hırslı ki...
ÇOCUKLUĞUMDA KEMALETTİN TUĞCU'NUN ÖYKÜLERİNİ OKUR AĞLARDIM
Çevremizdeki insanlar hep gayrı-ahlaki, gayrı-meşru yollardan geçimlerini sağlıyorlardı. Biz de tabii... Sanıyorum ondört yaşlarındaydı. Ortanca ablam bir şirkette işe alındı. Kırk yaşlarında bir patronu vardı. Kısa sürede onun metresi oldu. Adam düşlerimizdeki gibi bir ev açtı bize, yepyeni mobilyalar aldı. Bizi paraya boğuyordu. Artık sefalet gerilerde kalmıştı. Kalmıştı ya, onur adına ne varsa slip süpürerek... Kısa bir süre sonra annem dostunu defetti, ortanca ablamı da o adamdan ayırdı. Çünkü artık onlara ihtiyacımız kalmamıştı. Lüks bir evimiz -bize göre elbet- ve geçimimizi sağlamak için telefonumuz vardı. Bu kez de telefonla randevuculuk başladı.
Bu böylece sürüp gitti. Ablalarım benim okula devam edebilmem ve çalan telefonlardan uzak durabilmem için olanca çaba sarfediyorlardı. Nitekim. onları utandırmadım. Liseyi bitirdim. Okul yıllarında sürekli Kemalettin Tuğcu'nun öykülerini okur, ağlardım. Çünkü o öyküler bana yoksullluğa rağmen onurlu bir yaşamın olabileceğini anlatırlardı.
DENİZE DÜŞEN YILANA SARILIRMIŞ... SEVDİĞİM İÇİN DEĞİL KURTULMAK İÇİN EVLENDİM
Liseyi bitirdikten sonra bir kaç işe girip çıktım. Özel şirketlerde sekreterlik yaptım. Tümünde de patronların aşağılık davranışları sonucunda işten ayrılmak zorunda kaldım.Bu nedenle iki kez intihara kalkıştım. Ölemedim... Ve kötü arkadaşlıklar edindim. İşte bugün tiksintiyle yatağımı paylaştığım o insanı öyle bir ortamda, bir uyuşturucu partisinde tanıdım.
Hayataı yalnızca eğlence yönüyle algılıyor, gece klüplerinden, araba rallilerine dönüp duruyordu.
Zengindi... Baba parası harcıyor, hiçbir sorumluluk altına girmiyordu. Ona yaklaştım. Altı ay gibi kısa bir süre sonunda onunla evlendim. O onursuz günlerin, o sevgisiz günlerin belleğimin bir köşesinde sadece anı olarak kalacağını düşündüm. Oysa iki ay geçmemişti ki aldattı beni. Uzunca bir zaman ten teması kurmak dayanılmaz bir işkence oldu benim için. Öylesine sorumsuz, öylesine kaygısızdı ki... Yaşı yirmibeşti ama, kişiliği oluşmamıştı. Küçük olsun ayrı bir evde oturmak, kendi kazandığımızla geçinmek istiyordum. O ise istemlerime sürekli sırt çeviriyor , otomobilini rallilere hazırlamak için babasından para dileniyordu. İyi bir ailesi vardı. Ama bana sürekli 'fakir kız' gözüyle küçümseyerek baktıklarını hissedebiliyordum.
Bense okuyordum. Okuduklarımı tartışabileceğim hiç kimse olmasa da inatla okuyordum. Kitaplar kurtuluşumdu sanki. Zamanla öylesine bir pişmanlık gelişmeye başlamıştı ki içimde, kalbimde yer bulan bir nebze sevgi de , saygı ve güvenle yok olup gitmişti. Gözlerim başkaca bir mutluluk arar olmuştu artık. Bu nedenle hamile kaldım ve bütün umutlarımı doğacak bebeme bağladım. Doğdu... Küçücük bir kız. Sevginin, şefkatın ne anlama geldiğini bilerek büyüyor şimdi. Bir giz olmalı annesinin geçmişi, utandırmamalı onu.
VE ONU TANIDIM SONRA
Ve onu tanıdım sonra... Bir yaz günüydü. Beş-altı gün için uğradığımız bir tatil köyünde. Gözleri gözlerime takılıp kalmıştı sanki. Ne yana baksam ve kapatsam gözlerimi... Gözleri vardı.
Çokça bir noktada sabitleşirdi gözleri. Uzaklarda bir noktada... Açık denizlerde.. Ayıramazdınız, koparamazdınız... Bir sevdaydı, bir hasretti sanki.
Aslında benim gözlerimdi baktığı. Ayrılamadığı, kopamadığı benim gözlerimdi.
Eşimi bile umursamadan hep bakardı.
Apansız 'Gözlerini ver' dedi bir gün.
Dilim tutuldu.
Tuhaftı... Yalnızdı belli ki. Yapayalnız...
Saçları kıpkısaydı. Anca on gün olmuştu cezaevinden çıkalı.
Fikir 'suçu'ndan yatmıştı.
Seziyordum bir anlamı vardı hayatının., bir amacı vardı.
Bir inanç insanıydı... Hayata öylesine bağlıydı ki, ölmeyi bir sevgili gibi düşlediği anlarda bile hayattan kopamıyordu. Öylesine bağlıydı ki gözlerime...
Ve apansız açılıverdi dilim.
'Al' dedim. 'Al senindir gözlerim.'
'Ya o' dedi.
'Bir pişmanlık o' dedim.
'O halde bitmeli' dedi.
'Bitmeli... Bitmeli... Bitmeli...'
'Çocuğunu vermem' dedi. 'Bebeni göremezsin' dedi. 'Ona geçmişini açıklarım, yüzüne tükürtürüm' dedi.
Bitmedi... Bitmedi... Bitemedi...
Ve yalnızca yüreğimi armağan edebildim sevdiğime...
Bir de gözlerimi...
Biliyorum bekliyor... Sesimi duymak için, kokumu solumak için... Tenime dokunmak için... Bekliyor...
Bense bir fahişeden başka neyim ki artık? Bir işkence yatağında doyuma ulaşma rolleri yapan, doyum sesleri çıkaran ucuz bir fahişe...
Artık yalnızca gözlerim var onunla saklanacak. Korunacak, onunla mutlanacak. Yalnızca gözlerim... Yalnızca... Bir ömür unutmayacak...

08,06,1984

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KANDIRA'LI BİR ÇİNGEN - MUSTAFA KANDIRALI - YAZI

MİLİTARİZM, ASKERİ DARBELER, DEVRİMLER - YAZI - SİYASİ

MOMMY MOMMY - YAZI

> BABAYIM BEN - ŞİİR

DAHA 13 KERE İNTİHAR EDEBİLİRSİN - YAZI

HAY BEN BÖYLE TOPLUMUN - KISA YAZI

BİR YALAN TAKTİK - İYİ POLİS - YAZI - POLİTİK