MASKE MACERALARIM - 27 - MİZAH - YAZI


Sanıyor musunuz ki maske maceralarım Corono ile başladı.
Değil.
Kendimi bildim bileli (kendimi ne zaman bildim, yada gerçekten bildim mi bilemiyorum ama, epey oldu sanırım) pek çok maske macerası yaşadım.
Bu maceralar daha önce maske maceralarım 3711’de, '4 maske 5' yüz başlıklı yazıda belirttiğim gibi insanların doğal ama değişik yüzleriyle ilgiliydi.

Birini aktarayım size.
Sanırım 22 yılı geçmiştir.
Ayten’le birlikte mütevazi bir ofis-ev dekorasyon firması kurmuşuz, anahtar teslim işler yapıyoruz.
Müşterilerimizden birisi de, bir araştırma firması.
Ofislerini 5-6 katlı nispeten daha görkemli bir binaya taşıdılar.
Ancak kiradan çıktıkları mevcut binayı, sözleşme gereği  mal sahibine aldıkları gibi tertemiz ve tadil ettikleri kısımları eski haline getirerek teslim etmeleri gerekiyor.
Genel Müdür çok ciddi bir adam, yanında gülümsemeye çekiniyorsun.
Öylesine çalım...
Bizi çağırdı haspam.
İş kaçırmamak için, biz de ciddiyet maskemizi takınıp gidiyoruz makamına ve aynı ciddiyetle işleri yürütüyoruz mecburen.
Her daim, sanki mundar ifadeler yüzümüzde.
Sonrasında gırgırımızı da geçiyoruz elbette.
Aynı zamanda firmanın büyük ortağı da olan Genel Müdür’den aldık talimatı, banknotun destesi hayallerimizde, vakit geçirmeden gittik boşalttıkları binaya.
Başladık keşfe.
Herifler bir de berbat kullanmışlar ki binayı.
Bir de Boğaziçi mezunu olacaklar.
Banknot desteleri giderek büyümeye başladı gözlerimizde.
Aferin, aferin…

Keyifle yapılması gereken işleri belirliyor ve not alıyoruz.
O sırada apartman merdivenlerinden bir öksürük sesi geldi.
Canhıraş bir öksürük.
Dehşet.
Öyle bir öksürüyor ki, sanki ciğerleri dışarı fırlamış.
Merakla kat kapısına yöneldim.
Bir yaşlı adam, iki-büklüm merdivenleri tırmanıyor.
Sanki Everest’in zirvesine tırmanıyor amcam.
Döndüm ve Ayten’e dedim ki; “Adam merdivenlerde düşüp kalırsa şaşırma.”
Adam hayli yaşlı.
85-90 arası kesin vardır.
Neyse…
Merdivenleri tırmandı ve öksürük krizleri içinde (Allah’tan o zamanlarda Corona yoktu ve maske bilinci de yoktu doğal olarak) bu kez o vermeye başladı talimatları.
Meğer mal sahibiymiş beyefendi.
Herif öyle teferruat şeyler söylüyor ki, şok geçiriyoruz.
Son olarak bir oda kapısının kolunu gösterdi ve ‘bunu değiştirin’ dedi.
‘Tamam’ dedik gönderdik adamı.
Tam bir pürüz.
Döndüm ve Ayten’e dedim ki; “Yahu adam yarın ölecek, ama uğraştığı şeylere bak. Kapının kolundan bahsediyor. Ulan bunca servetin var, bu apartman bile yeter de artar insana, çek git bir sahil şehrine, denize nazır bir ev al. Otur şezlonga, uzat ayaklarını, yanına da istersen bir bira aç, sağında-solunda bikinili-tangalı kadınlar, bak keyfine. Bırak çoluk çoçuğun ilgilensin bu aptal işlerle.”
Neyse, adam bizi öyle rahatsız ettik ki, vurduk kapıyı çıktık söylene söylene.

Ertesi gün…
İş başlatmak üzere binaya gitmiştik ki, güvenlikçi çevirdi.
-Mal sahibi sabaha karşı öldü abi.
-Yuh!
Ulan kahin olduğumu biliyordum da bu kadar da değil.
Ölmeseydi şaşardım da, yine de şaşırdım.
"Kem göz olmayasın" dedi Ayten cevaben.
Kadın ne derse haklıdır. 
“Hadi” dedim Ayten’e çağır makinaları. Apartmanı yıkalım. Curuf ve molozdan bir anıt yaptırıp herifin mezarına diktirelim. Böylece apartmanıyla beraber olsun sonsuza  kadar. Faturayı da çocuklarına keseriz artık.”

Ölünün arkasından konuşulmaz ama ben konuştum:
“Vay ahmak!”

Neyse esas anlatmak istediğim bu değil.
Hemen gittik bize işi veren firmaya.
Ne yapacağımızı bilemedik çünkü.
Genel Müdür yine büyük bir ciddiyetle ve asık suratla, ama epey bir beklettikten sonra kabul buyurdu bizi.
Konuyu aktardık:
'Mal sahibi öldü.'
Bir an bir sessizlik oldu ve Genel Müdür ani bir hareketle fırlayıverdi o şaşalı deri koltuğundan. 
Şaşkın bakışlarımız altında başladı göbek atmaya.
Sanki genetiği zenne herifin.
Bir de roman havası tutturdu ki, tam Sulukule.
Ne yapacağımızı bilemedik Ayten’le.
Birbirimize bakar dururuz koyun gibi.
Anlamaya çalışırız adamın ne anlatmak istediğini.
Oysa herifin umurunda bile değiliz, göbek atar, oh oh çekerek.
Oynasak bir türlü, gitmiş desteler oynayamazsın, ağlasak bir türlü, oyun havasında ağlayamazsın.
“Ulan” dedim içimden, “seni bu yüzünle görebilmek için ölmek mi gerekiyor bre pezevenk."
Biz ki ölümüne yas içindeyken.

Banknotların bir kısmını Genel Müdür'ün alnına yapıştırdık.
Kalanını da göğüs ve kalça çatalına sokuşturup toz olduk oradan; 'Ellerim böyle boş... Boş mu kalacaktı?' şarkısını mırıldanarak.

Hoşça kal tatil hayallerimiz.
Hoşçakal içi zenne, maskesi Genel Müdür.
Helâl olmaz inşallah, taktığımız banknotlar sana. 








Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KANDIRA'LI BİR ÇİNGEN - MUSTAFA KANDIRALI - YAZI

MİLİTARİZM, ASKERİ DARBELER, DEVRİMLER - YAZI - SİYASİ

MOMMY MOMMY - YAZI

DAHA 13 KERE İNTİHAR EDEBİLİRSİN - YAZI

> BABAYIM BEN - ŞİİR

BİR YALAN TAKTİK - İYİ POLİS - YAZI - POLİTİK

HAY BEN BÖYLE TOPLUMUN - KISA YAZI