MASKE MACERALARIM - 23 - MİZAH - YAZI
Hadi yazalım bakalım bir maske macerası daha.
Belki bir-iki kişiyi güldürürüz de, fukaraya et kurban etmiş gibi sevaba gireriz.
Bir kahkaha 1 kg. pirzolaya eşdeğer mi bilmem ama (çünkü ben onların tartılarına hiç güvenmiyorum) göreceğiz bakalım.
Hem de şu yokluk günlerinde…
Yok yok anacığım!
Minnet duymanıza gerek yok.
Afiyet olsun.
Dostlarım,
Hiç düşündünüz mü?
Örümcek Adam’dan, Batman’a, Kızıl Maske’ye kadar pek çok halk kahramanı niçin maskeliydiler?
Aha daha fazla yormayın boşuna o yorgun zihninizi.
Cevabı ben vereyim.
Çünkü maskeleri vardı.
Oysa bildiğiniz gibi benim maskem yok.
Artık emin oldum ki, bu nedenle beni kahramanınız olarak görmekten imtina edersiniz.
Ama ister imtina edin, ister imtihan edin ben her halükârda bir halk kahramanı olabilecek gen yapısına sahibim.
Vücudumdaki çok sayıda ben bunu kanıtlamak için yeterlidir.
Ayrıca DNA dizilişim öylesine zariftir ki, atom mikroskobum olsa, size de gösterirdim.
Yine gösteririm ama, sanırım pek inandırıcı olmaz.
Neyse…
Biliyorsunuz…
Bilmelisiniz…
Bileceksiniz…
Benim kaleme aldığım her yazıyı, her satırı sindire sindire okumalısınız.
Okuyacaksınız…
Bunun bir vatan müdafası olduğunu unutmayacaksınız.
Değilmi ki, çocuğumuza mama yedirmenin bile vatan müdafası sayıldığı bir ülkede.
Varsa, satır aralarındaki kodlanmış talimatlarımı
-ki bunlar rıca şeklinde de olabilirler. Ve resmi dilde rıcanın, üst’ün alt’a emirleri olduğunu sakın ha aklınızdan çıkartmayınız- dikkatle okuyunuz.
Gönderdiğim kodlar, şahsıma bir türlü gönderilmeyen maske kodumlarına asla benzemeyecektir.
Kendilerine kodurtmayacaklardır.
Kodları rafa kaldırmadan gereklerini yerine getiriniz.
Göreviniz bir eczanede, bir hastanede, bir pastanede ya da bir mangalın başında olabilir.
Size tarafımdan tevdi edilen görevleri eksiksiz olarak yerine getirdiğinizde maskeleriniz en fazla 7 hafta içinde ve bizzat şahsım tarafından evinize teslim edilecektir.
Beni bekleyiniz.
Virüs tehlikesi bertaraf edilmiş olsa bile bu maskeler size mutlaka ulaştırılacaktır.
Sonra ne işinize yarayabilir; bilahare bu da ilerideki brifinglerimden birinde açıklanacaktır.
Ayrıca Eyüp’ün depolarındaki tüm kolonyalara el konulacak ve ömür boyu kolonya koklamanız sağlanacaktır.
Sözüm, maske dağıtıcılarının sözü kadar matahtır.
Hatırlarsınız…
Hatırlamalısınız…
Bir hafta önce bir eleman ilânı vermiştim.
‘Okumadım’ demeyin, okumalıydınız.
Konuya ilişkin ilânıma 2650 kadın, 1235 adam, 352 adet de sanki adamı daha çok andıran, bol kıllı mahlûkat başvurdu.
Zaten onları görünce ben de kıllarımı kestim.
Adamları ve mahlûkatı mülâkata bile gerek duymadan, sadece estetik mülâhazalarla geri çevirdim.
Ben onlara nasıl popomu elletirdim?
Kadınların ise 1876 tanesini, kaş ve göz yapıları benim standartlarıma uymadıkları için, teşekkür edip evlerine uğurladım.
Maalesef 125’inin ise vücut ölçüleri altın orana uygun değildi.
3500’ünün de bir çoğu yeterince kıvrak ve şen-şakrak değillerdi.
Diğerleri ise esmer oldukları halde saçları sarı, ama saçlarının dipleri siyahtı.
Dip boyaları çoktan gelmişti
Fakat, kuaförler randevulu çalıştıkları için ve bu bayanların da randevulu evlere, pardon mekânlara karşı alerjileri oldukları için, saçlarını boyatamamışlar, manikür ve pedikürlerini yaptıramamışlardı.
Kalbimi acıtarak elemek zorunda kaldım.
‘Kendinizi konuşmadan ifade edin’ dediğimde soyunmaya kalkanları da hesaba katarsak oldukça yoğun geçen eleme-mülâkat günlerini geride bıraktım.
Ertesi gün, bir stratejist olarak yaptığım değerlendirme ve analizlerde baktım ki, aslında elaman ilânıma başvurmamış 1067 kişiyi de farkında olmadan elemişim.
Derhal onlara çağrı yaptım ve her gelene (hergele değil, her gelen) bir adet çikolatalı gofret ikram etmek suretiyle başvuru formlarını doldurmaları için ikna ettim.
Adil olmak bunu gerektiriyordu çünkü.
Böylece hiç birini boşuna elemiş olmadım.
Maalesef el altında görüşme yapabileceğim ve işe kabul edebileceğim hiç kimse kalmayınca yan komşum Pakize teyzenin küçük kızı Rahime’yi işe almaya karar verdim.
İlk etapta kendisine kamu oyu nezdinde erotik bir çağrışım yapmayacak, nispeten daha mazbut ve kolay kolay unutulmayacak bir isim olan ‘Covidan’ nick name ismini verdim.
Kızın babası Fransız kökenliydi ama olsun.
Sonuçta her insan kökeni ne olursa olsun, ana karnından Türk doğardı ve sonra ihanet ederek milletine, başka bir şey olurdu.
Covidan bu gerçekleri öğrenince çok üzüldü ve babasını babalıktan reddetti.
Zaten borç-harç dağlar kadarmış adamda, iyi oldu.
Corina’nın babasının inkârcı bir Fransız olması onun genetiksel gerçekliğini, damarlarında Türk kanı aktığı gerçeğini değiştirebilir miydi?
Evet belki değiştirebilirdi.
Ama bilim, ilimden üstün değil miydi?
Tabii ki bazen üstündü.
Neyse, bilimsel ve ilimsel kanıtlarımı sununca Corino da ikna oldu ve mızmızlanmaktan vazgeçti.
Ve Covidan ile birlikte kahramanlık serüvenlerime başladım.
Yakında bu topraklarda bir halk kahramanı doğacak sevgili müridlerim.
Zenginden aldığı maskeleri fakire dağıtacak.
Corina’nın yapması gereken en önemli görevin, benim kahramanca faaliyetlerimi yürütürken, tıpkı Örümcek Adam gibi düz duvarlara tırmanmak zorunda kaldığım durumlarda, bana ilk adım ivmesini kazandırmak üzere popomdan destek vermesi olduğunu uygun bir dille anlattım.
Sadece bu görevin titizliği nedeniyle de, pek çok müracaatı geri çevirdiğimi ifşa ettim.
Çok müteessir oldu, ancak görevi reddetti.
Ne biliyim kardeşim ben, kızın hayatında hiç erkek poposu ellemediğini.
Kız ‘nuh’ diyor, ‘peygamber’ demiyor’
‘Yahu sen ilk değilsin diyorum’ anlamıyor.
‘Ne doktorlar, ne mühendisler…’
Baktım olacak gibi değil; şöyle alttan yüksek yazyikle beni ivmelendirecek bir makine tasarladım ve hemen sipariş ettim.
Yalnız böylesi bir makinanın niçin seks shoplar tarafından üretildiğini pek anlayamadım doğrusu.
Ben tazyik istiyorum kardeşim, makinanın boyutlarından bana ne?
Taşınabilir ve pratik olsun yeter.
Bir de iyi tazyiklesin.
Biliyorsunuz…
Bilmelisiniz…
Kuruluşumuz zenginden alıp fakire verecektir.
Ele geçirdiği maskeleri ticaret amaçlı kullanmayacak, bilim kurulumuzun (pardon o kurulu henüz oluşturamadım. Şimdilik ilim kuruluyla idare edeceğim.) yaptığımız kamuoyu araştırmalarıyla tespit edilen gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaştıracaktır.
En önce de ben, kendime bir tane ayıracağım.
Böylece kahramanınız olmanın görsel gereklerini dört dörtlük temamlamış olacağım.
Yalnız kahramanınızın (yani benim) ismim ya da lâkabım konusunda henüz tam olarak bir karara varabilmiş değilim.
Süperman ve Örümcek adam üzerinde yoğunlaşmıştım ki, marka patentinin onlara ait olduğunu öğrendim.
Aslında Süperman olmak için hem süper, hem de man olmak gerekiyordu ve bu ikiside bende doğuştan vardı ama, -ki bu lakâp bana çok yakışmıştı- ancak onun gazeteci olması işleri bozuyordu.
Çünkü ben bir yazardım.
Hatta 5- 10 okuru olan bir şair.
Küçümsemeyin öyle, Türkiye’deki 10, Japonya’daki 1.000.000’a bedeldir.
Demem şu ki sevgilim, aman…
Bizdeki 10’a karşılık, Japonyada 1.000.000 kişi şiir okumaktadır.
Yani Süperman olup, titrime ve imajıma darbe vuramazdım.
Zagor ve Robin Hood ise maskeye karşı ve sözde kahramanlar oldukları için vazgeçtim.
Robin Hood’un sonradan Haçlı Savaşlarına katılmış olmasını da açıkçası kendisine pek yakıştıramadım.
Kendisine bir mektup yazıp protestomu ileteceğim.
Kızıl Maske’ye gelirsek, o da maskeliydi ama, maskesi beyaz değildi.
Kırmızı bir maske beni nasıl kamufle edebilirdi ki?
Bütün dikkatleri üzerime çekecek ve maske dağıtıcılarının gözünde beni hemen mimleyecekti.
Milyonlarca beyaz maskelinin arasında bir kızıl maske…
Peh…
Dolayısıyla takibim kolaylaşacaktı.
Ayrıca onun gibi bir kurukafa taşısam, millet beni ırkçı-kafatasçı ya da bir işkembe salonunun sahibi sanabilecekti.
Ve ayrıca benim bir kedim bile yoktu.
Pardon Diana'm diyecektim.
Hepsi topu topu Corona’m işte.
Ne uçar, ne kaçar.
Ayrıca bu kahramanların bazıları gibi benim, vahşi hayvanların cirit attığı bir ornanım da yoktu.
Fatih ormanında domuzlarla mı yaşayacaktım?
Yaşarım yaşamasına da, boynuzlarıyla kötü dürtüklüyorlar insanı.
O nedenle maalesef çok takdir etmeme rağmen, Tarzan da olamadım.
Bir de, diyetisyenimin uyarısıyla, vücudumdaki fazlalık yağların da bunun için pek elverişli olmadığını anladım.
Batman desem…
Yani yarasa adam…
Şu virüs günlerinde milletin beni virüsün sorumlusu olarak algılamasına yol açabilirdi.
Çin’den gelmemiş olsam da, Çin’e gönderebilirdi.
Sonuçta Zero’nun da şapkasının tüyüne gıcık olduğum için, onu da uygun bulmadım.
Muhtemeldir ki o tüy, bir tüyü bitmemiş yetim tavuktan alınmıştı.
Yazıktır hayvanlara, yazık.
Cola’nın şekersizi olmak yetmedi mi sana pis adam?
Geriye kaldı Braveheart.
İşkoçya’da İngilizlerin İskoç kadınlarıyla evliliklerinin ilk gecelerini kocalarıyla değil, İngiliz askerleriyle geçirme dayatmalarına karşı doğan bu kahraman bana çok uyuyordu.
Çünkü kadın dedin mi akan sular dururdu.
Zaten bazı face dostlarımın bana verdikleri isim de Cesur Yürek değil miydi?.
Bunun nedenini bilahare ve sabır gösterirseniz ve ihtiyaç molası vermezseniz aktaracağım.
Ama önce şunu söylemeliyim ki, brevaheart denilen bu kahramana bir tazminat davası açıp, adımı izinsiz kullanmasının hesabını soracağım.
Çünkü bana Cesur Yürek ismi ondan çok önceleri hak ve lâyık görülmüştü.
Yani benden çalmışlardı.
Ve ne bir telif, ne bir teşekkür…
Merak edenleriniz için, bu lâkabın daha çocuk yaşlarımda üzerime yapışmasının nedeni ise şöyle:
Tuvalet molanız bitti mi canlarım?
Aktarıyorum.
İlkokul 2.
Tifo-tifüs ya da kolera aşısı oluyoruz okulda.
Bir sınfta yan yana sıralarda birkaç hemşire.
Sırayla gelen öğrencilere aşı yapıyorlar.
Sıra bana geliyor.
Kahramanca aşımı oluyorum.
Hem de sevdiğim kızın gözlerinin içine baka baka.
Erkeklik bu ya, kız da beni izlerken, yan masanın önündeki hemşireye de kolumu uzatıp, bir kez daha aşı oluyorum.
Biliyorum ki kahramanlığımı bütün okul alkışlayacak.
Fakat o ne?
Bir anda, bütün okulda bir panik.
Doktorlar, hemşireler, öğretmenler..
‘2 kere mi aşı oldun oğlum’ diye soruyor öğretmenimiz, Hilal’in sevgili annesi Makbule hanım.
‘Heee’ diyorum.
Bağırıp çağırmasaydınız 3.yü de olacaktım.
İşte bu olaydır ki adımın Cesur Yürek olarak tescillenmesine neden oluyor.
Evet.
Kesinleşmiştir artık.
Adım Cesur Yürek olacak.
Gerçi nedendir bilmem, bazıları da şapşal sıfatını yakıştırmışlardı.
Gerçi nedendir bilmem, bazıları da şapşal sıfatını yakıştırmışlardı.
Cesur Yürek olarak ilk operasyonumda cerrahi maske adı altında maske takanlardan hesap soracağım.
Sonra San Fransisco maske operasyonunu gerçekleştireceğim.
San Fransisco’ya uçacak, gönderilen maskelere el koyup, Türkiye’ye geri getireceğim.
Ancak bu operasyon hayli masraflı olacağından (Amerika dediğin yer anasının dini kardeşim) çok miktarda yakıta ihtiyacım olacağı aşikârdır.
Bunun için de Gazman’den yardım talep edeceğim.
Gazları orda-burda, TV programlarında, gerekli-gereksiz israf edeceğine bana verecektir.
Verdi de.
Zaten herif öyle gaz depolamış ki, sanayi tipi bir gaz tüpüne benim için gaz ikmali yapmasa, inanın patlaması işten bile değildi.
Neyse…
Gidecem gelecem canlarım.
Alacam zenginden, fakire verecem.
Gieem gelecem...
Gidecem gelecem...
Gieem gelecem...
Gidecem gelecem...
Ya herro ya merro.
Heyyyt açılan yoldan Cesur Yürek geliyor.
Hadi Corodan, tazyik makinasının ucunu yerleştir kızım.
Bir de, tüpten gaz transferini sağlayacak olan bağlantı hortumunu hazırla.
Bir ucu tüpe, diğer ucu…
Aman dikkat et, avret yerine dokunma.
Abdestin bozulmasın yavrum.
Not: Ha benim maske maceralarım saçmadır da, Süperman, Örümcek adam vb. hiç saçma değildir, öyle mi?
Gülerim size.
Yorumlar
Yorum Gönder