HEPİMİZ EŞCİNSELİZ - ANI-YAZI
Arkadaşlık istekleri tekrar pik yapıyor sayfamda.
Virüs sonrası moda oldu.
Daha çok,dünyanın her yanından, hayat insanları...
Kadınlar, erkekler, ortak cinsiyetliler.
Her gün yüzlercesini geri çeviriyorum.
Ve her gün yüzlercesi beklemede oluyor.
Kadınları, eğer profil fotoğrafları pornografik değilse, sayfalarına bile göz atmadan koşulsuz-şartsız kabul ediyorum.
Pozitif ayrımcılık değil bu, sadece kadınlar daha zarif davranıyorlar.
Adamların sayfalarına ise, maalesef genelde göz gezdirmem gerekiyor.
Çoğu çok cüretkâr oluyorlar çünkü.
Sayfamı onlara, hiç bir ayrımcılığa tabi tutmadan açıyorum da, o nedenle mi bu kadar ilgileniyorlar bilmem.
Ama halihazırda arkadaşlarım arasında çok sayıda hayat insanı bulunuyor.
Bunların çoğu yazılarımı google'dan çevirip okuyor ve messanger'den yorum gönderiyorlar.
Kadın olanlardan hiç bir şikâyetim yok inanın.
Ama erkekler, dedim ya fazla cüretkârlar.
Ya uygunsuz resim veya video atıyorlar ya da gece gündüz demeden messanger'den görüntülü arıyorlar.
Tabii ki hepsi değil.
Bugüne kadar tek birine bile cevap vermiş değilim.
Ve bunları anında, facebook arkadaşlığımdan çıkartıp, engelliyorum.
Kadınlarda ise böylesi nezaketsiz davranışlar son derece sınırlı.
Ve gerçekten çok zarif oluyorlar.
Ama erkek benzeri davrananlar olursa, onları da anında face arkadaşlığımdan çıkartıyor ve engelliyorum.
Kimseyi arkadaşlığa kabul ederken mesleklerini sorguluyor değilim.
Çünkü bunun ayrımcılık ve ötekileştirme olduğunun bilincindeyim.
Benim için önemli olan arkadaşlıklarını istismar etmeden sürdürmeleri.
O taktirde hepsi benim arkadaşlarımdır, dostlarımdır sonuçta.
Virüs sonrası moda oldu.
Daha çok,dünyanın her yanından, hayat insanları...
Kadınlar, erkekler, ortak cinsiyetliler.
Her gün yüzlercesini geri çeviriyorum.
Ve her gün yüzlercesi beklemede oluyor.
Kadınları, eğer profil fotoğrafları pornografik değilse, sayfalarına bile göz atmadan koşulsuz-şartsız kabul ediyorum.
Pozitif ayrımcılık değil bu, sadece kadınlar daha zarif davranıyorlar.
Adamların sayfalarına ise, maalesef genelde göz gezdirmem gerekiyor.
Çoğu çok cüretkâr oluyorlar çünkü.
Sayfamı onlara, hiç bir ayrımcılığa tabi tutmadan açıyorum da, o nedenle mi bu kadar ilgileniyorlar bilmem.
Ama halihazırda arkadaşlarım arasında çok sayıda hayat insanı bulunuyor.
Bunların çoğu yazılarımı google'dan çevirip okuyor ve messanger'den yorum gönderiyorlar.
Kadın olanlardan hiç bir şikâyetim yok inanın.
Ama erkekler, dedim ya fazla cüretkârlar.
Ya uygunsuz resim veya video atıyorlar ya da gece gündüz demeden messanger'den görüntülü arıyorlar.
Tabii ki hepsi değil.
Bugüne kadar tek birine bile cevap vermiş değilim.
Ve bunları anında, facebook arkadaşlığımdan çıkartıp, engelliyorum.
Kadınlarda ise böylesi nezaketsiz davranışlar son derece sınırlı.
Ve gerçekten çok zarif oluyorlar.
Ama erkek benzeri davrananlar olursa, onları da anında face arkadaşlığımdan çıkartıyor ve engelliyorum.
Kimseyi arkadaşlığa kabul ederken mesleklerini sorguluyor değilim.
Çünkü bunun ayrımcılık ve ötekileştirme olduğunun bilincindeyim.
Benim için önemli olan arkadaşlıklarını istismar etmeden sürdürmeleri.
O taktirde hepsi benim arkadaşlarımdır, dostlarımdır sonuçta.
Yeri gelmişken LBGTİ'nin de içinde yer aldığı küçük bir hikâye aktarayım size.
İşsizlik yıllarımda, bir arkadaşımın teşviki ve parasal desteğiyle bir müddet bir meyhane işlettim.
Taksim'de...
Hem de konuya uzak-yakın hiç bir yakınlığım yokken.
"KALDIRIM MÜHENDİSLERİ."
İki yıl boyunca şahane günlerim geçti orada.
Kaldırım Mühendisleri kısa sürede öyle bir isim yaptı ki, kadınlar, gençler, feministler, anarşistler buraya takılmaya başladılar.
Bir de gay'ler...
Taksim'de...
Hem de konuya uzak-yakın hiç bir yakınlığım yokken.
"KALDIRIM MÜHENDİSLERİ."
İki yıl boyunca şahane günlerim geçti orada.
Kaldırım Mühendisleri kısa sürede öyle bir isim yaptı ki, kadınlar, gençler, feministler, anarşistler buraya takılmaya başladılar.
Bir de gay'ler...
Meyhanenin tam yanındaki apartmanda LBGTİ'nin şubesi vardı. Kısa sürede benim orayı keşfettiler ve takılmaya başladılar.
Takılma gerekçelerini ise şöyle açıkladılar bana:
"Şu Taksim'de huzurla takıldığımız 2 yer var. Onlardan biri senin mekânın. Biz biliyoruz ki, buraya geldiğimizde kimse bize tecavüze kalkışmayacak."
Ve şöyle şakalar yaparlardı: "Kudretciğim paramız yok bugün, istersen sırayla odaya gidelim."
"Paranız yoksa, krediniz var" derdim onlara. "Kapalı kapılar ardında hesap görmek bize göre değil."
Müthiş bir güvenle gelişiyordu ilişkiler.
Ve çok eğlenceliydi.
Takılma gerekçelerini ise şöyle açıkladılar bana:
"Şu Taksim'de huzurla takıldığımız 2 yer var. Onlardan biri senin mekânın. Biz biliyoruz ki, buraya geldiğimizde kimse bize tecavüze kalkışmayacak."
Ve şöyle şakalar yaparlardı: "Kudretciğim paramız yok bugün, istersen sırayla odaya gidelim."
"Paranız yoksa, krediniz var" derdim onlara. "Kapalı kapılar ardında hesap görmek bize göre değil."
Müthiş bir güvenle gelişiyordu ilişkiler.
Ve çok eğlenceliydi.
Bu meyhane kısa bir sürede çok olumlu bir etki yarattı.
Onsekizini yeni bitirmiş isyankâr kızlar gelir, ilk rakılarını orada denerlerdi.
Çok gayret ederdim 'Bakın çarpılırsınız, kötü olur sizin için, bir yakınınız olmadan denemeyin' derdim.
Ama nafile.
Sonuçta reşitler.
Nitekim bazıları daha ilk dublelerinde çarpılırlardı.
Bense onların yakınlarıyla irtibat kurar ve güven içinde gönderirdim evlerine.
Kadın örgütleri de oraya gelirler, feministler bazı toplantılarını orada yaparlardı.
Kadınların kendilerini çok güvende hissettikleri bir mekândı.
Gecenin bir yarısında üniversiteli gençler elli kişilik gruplar halinde takılır, biralarını içerlerdi.
Parasızlık nedeniyle bir türlü aşçısı olamayan (gerçi başlangıçta aşçı da, garson da vardı ama, daha sonra baktılar ki olacak gibi değil, ayrıldılar. Heee... Onlara borçlu kalmadığımı da belirtmeliyim bu arada.) başka da çalışanı bulunmayan bu mekânda gençlere şöyle servis yapardım.
"Kimler bira istiyorlarsa parmak kaldırsın."
Elli kişi birden parmak kaldırıdı.
"Şimdi gidin ve alın biralarınızı buzdolabından."
Haydaaa...
Hepsi buzdolabına.
"Patates kızartması isteyenler mutfağa, kendi pateteslerini kızartsınlar."
Ve öyle olurdu.
Gençler kendi yerleri gibi benimsemişlerdi orayı.
Bana destek için garsonluk bile yaparlardı.
Fakat Taksim gibi yerlerde bira ve patatesle olacak gibi değildi.
Meyhane para kazanamıyordu.
Bir gün gençlerin de toplu olarak bir köşede oturdukları bir sırada, meyhaneyi kendisinden devir aldığım şahsa, 'İşin yürümediğini, para sıkıntı içinde olduğumu, çok yüksek olan kirayı ödeyemiyeceğimi ve işi iade etmek istediğimi' aktarıyordum ki, meğer yan masadan konuşmalara kulak misafiri olan gençler dayanamayıp müdahale ettiler.
"Hayır Kudret abi burayı devredemezsin. Biz aramızda para toplayıp gerekenleri yapacağız." dediler.
Bu önerilerini kabul etmiş değildim.
Ancak bütün itirazlarıma rağmen, ertesi gün, o günün parasıyla 7.500.000 TL toplamış olarak yanıma geldiler.
Düşünün ki ben orayı 10.000.000 TL'ye devralmıştım.
"O halde ortağız" dedim ve kabul ettim.
Sonrasında o gençlerle birlikte yürütmeye çalıştık bir müddet mekânı.
Her gün nöbetleşe olarak bir-iki arkadaşlarını gönderiyorlar; kimi mutfağa dalıyor, kimi garsonluk yapıyordu.
Şahane müzikler çalıyorduk, finansman dışında her şey mükemmel gidiyordu.
A-politik kesimden kadınlar bile günlerini orada yapmaya başlamışlardı.
Mutfağa kendileri giriyor, börek-çöreklerini kendileri yapıyorlardı.
Dedim ya, maalesef yemeksiz ve mezesiz, sadece birayla yürürebilmek olanaklı değildir böyle yerleri.
Hem de Taksim'de...
Ya da fiyat çekeceksiniz ki, bu da gençlerin takıldığı böyle bir mekânda mümkün değildi.
Ancak kirayı ve zorunlu giderleri karşılayabiliyorsunuz.
Onsekizini yeni bitirmiş isyankâr kızlar gelir, ilk rakılarını orada denerlerdi.
Çok gayret ederdim 'Bakın çarpılırsınız, kötü olur sizin için, bir yakınınız olmadan denemeyin' derdim.
Ama nafile.
Sonuçta reşitler.
Nitekim bazıları daha ilk dublelerinde çarpılırlardı.
Bense onların yakınlarıyla irtibat kurar ve güven içinde gönderirdim evlerine.
Kadın örgütleri de oraya gelirler, feministler bazı toplantılarını orada yaparlardı.
Kadınların kendilerini çok güvende hissettikleri bir mekândı.
Gecenin bir yarısında üniversiteli gençler elli kişilik gruplar halinde takılır, biralarını içerlerdi.
Parasızlık nedeniyle bir türlü aşçısı olamayan (gerçi başlangıçta aşçı da, garson da vardı ama, daha sonra baktılar ki olacak gibi değil, ayrıldılar. Heee... Onlara borçlu kalmadığımı da belirtmeliyim bu arada.) başka da çalışanı bulunmayan bu mekânda gençlere şöyle servis yapardım.
"Kimler bira istiyorlarsa parmak kaldırsın."
Elli kişi birden parmak kaldırıdı.
"Şimdi gidin ve alın biralarınızı buzdolabından."
Haydaaa...
Hepsi buzdolabına.
"Patates kızartması isteyenler mutfağa, kendi pateteslerini kızartsınlar."
Ve öyle olurdu.
Gençler kendi yerleri gibi benimsemişlerdi orayı.
Bana destek için garsonluk bile yaparlardı.
Fakat Taksim gibi yerlerde bira ve patatesle olacak gibi değildi.
Meyhane para kazanamıyordu.
Bir gün gençlerin de toplu olarak bir köşede oturdukları bir sırada, meyhaneyi kendisinden devir aldığım şahsa, 'İşin yürümediğini, para sıkıntı içinde olduğumu, çok yüksek olan kirayı ödeyemiyeceğimi ve işi iade etmek istediğimi' aktarıyordum ki, meğer yan masadan konuşmalara kulak misafiri olan gençler dayanamayıp müdahale ettiler.
"Hayır Kudret abi burayı devredemezsin. Biz aramızda para toplayıp gerekenleri yapacağız." dediler.
Bu önerilerini kabul etmiş değildim.
Ancak bütün itirazlarıma rağmen, ertesi gün, o günün parasıyla 7.500.000 TL toplamış olarak yanıma geldiler.
Düşünün ki ben orayı 10.000.000 TL'ye devralmıştım.
"O halde ortağız" dedim ve kabul ettim.
Sonrasında o gençlerle birlikte yürütmeye çalıştık bir müddet mekânı.
Her gün nöbetleşe olarak bir-iki arkadaşlarını gönderiyorlar; kimi mutfağa dalıyor, kimi garsonluk yapıyordu.
Şahane müzikler çalıyorduk, finansman dışında her şey mükemmel gidiyordu.
A-politik kesimden kadınlar bile günlerini orada yapmaya başlamışlardı.
Mutfağa kendileri giriyor, börek-çöreklerini kendileri yapıyorlardı.
Dedim ya, maalesef yemeksiz ve mezesiz, sadece birayla yürürebilmek olanaklı değildir böyle yerleri.
Hem de Taksim'de...
Ya da fiyat çekeceksiniz ki, bu da gençlerin takıldığı böyle bir mekânda mümkün değildi.
Ancak kirayı ve zorunlu giderleri karşılayabiliyorsunuz.
Bir gün o zamanların önemli günlük gazetelerinden birinde, önemli bir köşe yazarı makalesinde bizi anlattı.
Şöyle diyordu: "30 yıldır Taksim'de içmediğim meyhane kalmamıştır. Evvelsi gün Kaldırım Mühendisleri isimli bir meyhane gördüm. Merak ettim girdim. İçeride hep kadınlar vardı.Genç kızlar masalarda tek başlarına bile içiyorlardı. Ve ben bu güne kadar kadınların böyle rahat, huzurlu ve güven içinde bulundukları bir meyhaneye ilk defa tanık oldum. Müthiş bir yer."
Şöyle diyordu: "30 yıldır Taksim'de içmediğim meyhane kalmamıştır. Evvelsi gün Kaldırım Mühendisleri isimli bir meyhane gördüm. Merak ettim girdim. İçeride hep kadınlar vardı.Genç kızlar masalarda tek başlarına bile içiyorlardı. Ve ben bu güne kadar kadınların böyle rahat, huzurlu ve güven içinde bulundukları bir meyhaneye ilk defa tanık oldum. Müthiş bir yer."
Ama sonra n'oldu biiyor musunuz?
Ertesi gece oraya bir sürü kadın arayan kazma geldi.
Ve ben süreç içerisinde onlardan kurtulabilmek için ne çileler çektim bilseniz.
Meyhaneye bazı internet sitelerinde de çok olumlu yorumlar yapılıyordu.
Ertesi gece oraya bir sürü kadın arayan kazma geldi.
Ve ben süreç içerisinde onlardan kurtulabilmek için ne çileler çektim bilseniz.
Meyhaneye bazı internet sitelerinde de çok olumlu yorumlar yapılıyordu.
Bu arada gençlerin üniversitedeki eylemlerine katılıyor ve onlara destek veriyordum.
Anarşist olmalarına rağmen -ki ben felsefi olarak anarşist değilim- onlara destek vermekten geri durmuyordum..
Neyse gelelim şimdi esas konumuza.
Anarşist olmalarına rağmen -ki ben felsefi olarak anarşist değilim- onlara destek vermekten geri durmuyordum..
Neyse gelelim şimdi esas konumuza.
Dedim ya LBGTİ'liler de benim orayı çok benimsemişlerdi.
Kıyak adamlardı doğrusu.
Ve ben dünya görüşüm gerektirdiği için onların Taksim'de yaptıkları yürüyüş ve gösterilerine de katılıyor, destekliyordum.
Bir gün, hatırladığım kadarıyla üyelerinden birinin öldürülmesi üzerine Beyoğlu'nda yapılan bir yürüyüşlerine katıldım.
Atılan sloganlardan biri şöyleydi.
"Hepimiz eşcinseliz."
Katılsam bir türlü, katılmasam bir türlü.
Escinsel değilim ki atayım.
Ağzımı kapadım, kortejin içinde yürüdüm.
Kıyak adamlardı doğrusu.
Ve ben dünya görüşüm gerektirdiği için onların Taksim'de yaptıkları yürüyüş ve gösterilerine de katılıyor, destekliyordum.
Bir gün, hatırladığım kadarıyla üyelerinden birinin öldürülmesi üzerine Beyoğlu'nda yapılan bir yürüyüşlerine katıldım.
Atılan sloganlardan biri şöyleydi.
"Hepimiz eşcinseliz."
Katılsam bir türlü, katılmasam bir türlü.
Escinsel değilim ki atayım.
Ağzımı kapadım, kortejin içinde yürüdüm.
Neyse yürüyüş sonrası toplantıdayız.
Sordum:
"Niçin" dedim bu sloganı attınız. "Ben eşcinsel değilim ki atayım."
Bana verilen cevap şöyleydi:
-Sen Ermeni de değilsin değil mi?
-Değilim
-Peki niçin Hrant'ın cenazesinde 'Hepimiz Ermeni'yiz' diye slogan attın?
Sordum:
"Niçin" dedim bu sloganı attınız. "Ben eşcinsel değilim ki atayım."
Bana verilen cevap şöyleydi:
-Sen Ermeni de değilsin değil mi?
-Değilim
-Peki niçin Hrant'ın cenazesinde 'Hepimiz Ermeni'yiz' diye slogan attın?
Evet; onların yanında ve destekçisiysek eğer, olmasak da, hepimiz eşcinsel gibi hissedebilmeliydik..
Tıpkı hepimiz Deniz, hepimiz İbrahim, hepimiz Belfin, hepimiz Taybet ana, hepimiz Songül, hepimiz Özgecan olduğumuz gibi...
Tıpkı hepimiz Deniz, hepimiz İbrahim, hepimiz Belfin, hepimiz Taybet ana, hepimiz Songül, hepimiz Özgecan olduğumuz gibi...
Sevgiyle...
Merhaba Abi Emeğine sağlık ve okuru bol olsun...
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Sil