MASKE MACERALARIM - 108 - 21.04.2020 - MİZAH YAZI
(30 odalı otelde 130 numaralı oda olur da, bende niçin 108 numaralı maceralarım olmasın?)
Hemen oturduğumuz dairenin yanındaki apartmanın giriş katı eczane.
Sanırım benim maskeleri, en yakın eczane o olduğuna göre, oraya göndereceklerdir.’
Bir varsayım işte.
Tümden gelirim mi, tüme giderim mi bilemiyorum artık.
Belki de basit Aristo mantığıdır, kim bilir?
Mal bulmuş mağribi gibi fırlıyorum yerimden.
Salon penceresinden uzanıp bakıyorum aşağıya.
Eczane sırasında 4 kişi var.
‘İyi’ diyorum ‘çok değilmiş.’
Hızlıca giyiniyorum, iniyorum aşağıya.
Yahu ne zaman 10 kişi oldu.
2’ şer metre sosyal mesafe bırakmış millet.
Sanki genelev sırası: 20 m.
‘Olsun’ diyorum.
Giriyorum sıraya.
Maskesizim ya önümdeki kadın acaip tedirgin.
Boyna uzaklaşıyor benden.
Kendimi aşağılanmış hissediyorum.
‘Ne yapayım maskem gelmedi’ diye sesleniyorum; duyması için biraz yüksek sesle.
‘O zaman çıkmayın kardeşim dışarıya’ diye çıkışıyor.
Kadındır, haklıdır.
Başımı öne eğiyorum, ağzımı kapatıyorum.
Yaklaşık 4 m. a-sosyal bir mesafe var kadınla aramızda.
İstesen de sosyalleşemezsin.
Bir ara gıcık yaptı öksürdüm.
Kadın koşarak iyice uzaklaştı.
Bizim mesafe oldu 6 metre.
‘Benimkisi sigara öksürüğü, korkmayın’ diye seslendim.
Kötü bir bakış attı uzaktan.
Yahu insanı intihara sürükler bu aşağılanma.
Hiçbir kadın benden bu denli iğrenmedi hayatım boyunca.
Sanki Munch'un Çığlık tablosunda poz veren ben.
Olmayan seks hayatım da sona erecek bu psikolojiyle.
Hayır, sırada olduğum da anlaşılmıyor.
İki apartman ötedeki gözlükçünün önündeyim.
Hicaz’a doğru gidiyorum yavaş yavaş.
Ara çok olunca, araya girmeye kalkanlar da oluyor tabii.
Teşebbüs eden olursa, hızlıca mesafeyi daraltıyorum.
Hemen kaçıyor millet.
İkaz bile etmeme gerek kalmadan arkaya geçiveriyorlar.
Yarım saat kadar bekledim.
Eczane kapıya masa koymuş, bariyer oluşturmuş.
İçeri giriş yasak.
Siparişinizi dışardan veriyorsunuz.
Güzel bir uygulama.
Yalnız insan daha da aşağılanmış hissediyor kendisini.
Sanki onlar üstün ırk, biz pislik.
Bir de maskesiz görünce beni eczacı, ‘lütfen fazla yaklaşmayın’ diye uyarıyor ki, yüzüm mosmor, moralim sıfır.
Bir adım geri çekiliyorum.
Tabii arkamdakiler de, senkronize şekilde.
‘Buyrun ne istiyorsunuz?’
‘Sağlığınız’ diyeceğim, anlamayacak nezaketimi.
‘Bizim maskeler geldi mi acaba?’ diye soruyorum.
“Hangi maskeler?”
‘Mesaj gönderecekti ya devlet maskelerimizi sizden alabilmemiz için.”
“Bize değil size gelecek o mesaj” diyor.
Hadi ya” diyorum şaşkınlıkla, “Nasıl yani? Mesaj bize gelecek de, maske size mi gelecek?”
“Aynen öyle” diyor eczacı oğlan umursamaz tavırlarla.
Belli ki çok karşılaşmış bu tür sorularla.
“Yahu kardeşim” diyorum “1,5 saattir sıradayım. Bir ilân koyamaz mısınız şu vitrine? Yazık değil mi bize. Tam 1,5 saat…”
Hep öyle olur ya, biraz abartıyorum.
“Ne ilânı?” diye soruyor ve ekliyor: “ Beyefendi çok işimiz var lütfen meşgul etmeyin.”
“Ne güzel işiniz var. Bizim ne işimiz kaldı ne gücümüz.”
Zaten bazı iş kollarını şahlandırdı bu virüs.
Gözümüz yok.
Allah daha fazlasını versin.
Ama bize de versin.
“Beyefendi lütfen” diyor çocuk, “bekleyenler var”
“Benim 1,5 saatim gitti, sizin 5 dakikanız gitmiş çok mu?” diyorum, “TV'de yemek programını kaçırdım bu yüzden. 'Maske mesajları bize değil size gelecek' diye not koyun vitrine, olsun-bitsin.”
Madem bu kadar bekledim, 'kolonya alayım bari' dedim, 'onu da göndermediler halâ."
"Kolonya kalmadı" diyor çocuk.
Kalan 3 dişimden de olmak istemezdim zaten, çünkü olsaydı
eğer dişlerimi kıracaktım.
Arkadakiler homurdanmaya başlamıştı ki, döndüm arkamı gideceğim.
Tam arkamdaki kadın virüs görmüş gibi hızla hamle yapıyor, daha da gerilere doğru.
Moralim çok bozuluyor, nerdeyse ağlayacağım.
Hızlıca eve yöneliyorum; hiç olmazsa ‘ağlarsam kimse görmesin‘ diye.
Eve geldim.
İç çeke çeke düşünürken bir mesaj sinyali geldi telefonuma.
‘Yaşasın’ diye coşkulandım birdenbire.
‘Yaşasın maskelerim geldi.’
Heyecenla açtım telefonu.
Şans bu ya, lânet olsun, şarjım bitti.
‘Bir insan neden intihar eder durup dururken’ diye düşünmeye başladım.
‘Bütün dünya kendisine karşıysa n’apsın garibim?”
TV de haberleri açıyorum.
Karşımda Reyiz.
Sanki kanalın sahibi.
Ne zaman açsam karşımda.
Anlatıyor, anlatıyor fakat arada benim beklentimin cevabını da veriyor: “Bütün vatandaşlarımıza maske gönderdik. Şu kadar milyon maske…”
‘Haklı adam’ diyorum, ‘Benimki de geldi işte.’
Şarjdan alıyorum telefonu, açıyorum.
Evet evet! Kesinlikle bu mesaj maske hakkında.
Sağlık Bakanlığı’ndan geliyor.
‘Haksızlık ettim adamlara.’
Bir vicdan azabı kaplıyor içimi.
Aynı anda bir sevinç.
‘Yaşasın!’
Şöyle yazıyor mesajda:
‘Değerli vatandaşım.
Lütfen çok gerekmedikçe sokağa çıkma.
Çıkmak zorunda kalırsan mutlaka maskeni tak.’
Sanırım benim maskeleri, en yakın eczane o olduğuna göre, oraya göndereceklerdir.’
Bir varsayım işte.
Tümden gelirim mi, tüme giderim mi bilemiyorum artık.
Belki de basit Aristo mantığıdır, kim bilir?
Mal bulmuş mağribi gibi fırlıyorum yerimden.
Salon penceresinden uzanıp bakıyorum aşağıya.
Eczane sırasında 4 kişi var.
‘İyi’ diyorum ‘çok değilmiş.’
Hızlıca giyiniyorum, iniyorum aşağıya.
Yahu ne zaman 10 kişi oldu.
2’ şer metre sosyal mesafe bırakmış millet.
Sanki genelev sırası: 20 m.
‘Olsun’ diyorum.
Giriyorum sıraya.
Maskesizim ya önümdeki kadın acaip tedirgin.
Boyna uzaklaşıyor benden.
Kendimi aşağılanmış hissediyorum.
‘Ne yapayım maskem gelmedi’ diye sesleniyorum; duyması için biraz yüksek sesle.
‘O zaman çıkmayın kardeşim dışarıya’ diye çıkışıyor.
Kadındır, haklıdır.
Başımı öne eğiyorum, ağzımı kapatıyorum.
Yaklaşık 4 m. a-sosyal bir mesafe var kadınla aramızda.
İstesen de sosyalleşemezsin.
Bir ara gıcık yaptı öksürdüm.
Kadın koşarak iyice uzaklaştı.
Bizim mesafe oldu 6 metre.
‘Benimkisi sigara öksürüğü, korkmayın’ diye seslendim.
Kötü bir bakış attı uzaktan.
Yahu insanı intihara sürükler bu aşağılanma.
Hiçbir kadın benden bu denli iğrenmedi hayatım boyunca.
Sanki Munch'un Çığlık tablosunda poz veren ben.
Olmayan seks hayatım da sona erecek bu psikolojiyle.
Hayır, sırada olduğum da anlaşılmıyor.
İki apartman ötedeki gözlükçünün önündeyim.
Hicaz’a doğru gidiyorum yavaş yavaş.
Ara çok olunca, araya girmeye kalkanlar da oluyor tabii.
Teşebbüs eden olursa, hızlıca mesafeyi daraltıyorum.
Hemen kaçıyor millet.
İkaz bile etmeme gerek kalmadan arkaya geçiveriyorlar.
Yarım saat kadar bekledim.
Eczane kapıya masa koymuş, bariyer oluşturmuş.
İçeri giriş yasak.
Siparişinizi dışardan veriyorsunuz.
Güzel bir uygulama.
Yalnız insan daha da aşağılanmış hissediyor kendisini.
Sanki onlar üstün ırk, biz pislik.
Bir de maskesiz görünce beni eczacı, ‘lütfen fazla yaklaşmayın’ diye uyarıyor ki, yüzüm mosmor, moralim sıfır.
Bir adım geri çekiliyorum.
Tabii arkamdakiler de, senkronize şekilde.
‘Buyrun ne istiyorsunuz?’
‘Sağlığınız’ diyeceğim, anlamayacak nezaketimi.
‘Bizim maskeler geldi mi acaba?’ diye soruyorum.
“Hangi maskeler?”
‘Mesaj gönderecekti ya devlet maskelerimizi sizden alabilmemiz için.”
“Bize değil size gelecek o mesaj” diyor.
Hadi ya” diyorum şaşkınlıkla, “Nasıl yani? Mesaj bize gelecek de, maske size mi gelecek?”
“Aynen öyle” diyor eczacı oğlan umursamaz tavırlarla.
Belli ki çok karşılaşmış bu tür sorularla.
“Yahu kardeşim” diyorum “1,5 saattir sıradayım. Bir ilân koyamaz mısınız şu vitrine? Yazık değil mi bize. Tam 1,5 saat…”
Hep öyle olur ya, biraz abartıyorum.
“Ne ilânı?” diye soruyor ve ekliyor: “ Beyefendi çok işimiz var lütfen meşgul etmeyin.”
“Ne güzel işiniz var. Bizim ne işimiz kaldı ne gücümüz.”
Zaten bazı iş kollarını şahlandırdı bu virüs.
Gözümüz yok.
Allah daha fazlasını versin.
Ama bize de versin.
“Beyefendi lütfen” diyor çocuk, “bekleyenler var”
“Benim 1,5 saatim gitti, sizin 5 dakikanız gitmiş çok mu?” diyorum, “TV'de yemek programını kaçırdım bu yüzden. 'Maske mesajları bize değil size gelecek' diye not koyun vitrine, olsun-bitsin.”
Madem bu kadar bekledim, 'kolonya alayım bari' dedim, 'onu da göndermediler halâ."
"Kolonya kalmadı" diyor çocuk.
Kalan 3 dişimden de olmak istemezdim zaten, çünkü olsaydı
eğer dişlerimi kıracaktım.
Arkadakiler homurdanmaya başlamıştı ki, döndüm arkamı gideceğim.
Tam arkamdaki kadın virüs görmüş gibi hızla hamle yapıyor, daha da gerilere doğru.
Moralim çok bozuluyor, nerdeyse ağlayacağım.
Hızlıca eve yöneliyorum; hiç olmazsa ‘ağlarsam kimse görmesin‘ diye.
Eve geldim.
İç çeke çeke düşünürken bir mesaj sinyali geldi telefonuma.
‘Yaşasın’ diye coşkulandım birdenbire.
‘Yaşasın maskelerim geldi.’
Heyecenla açtım telefonu.
Şans bu ya, lânet olsun, şarjım bitti.
‘Bir insan neden intihar eder durup dururken’ diye düşünmeye başladım.
‘Bütün dünya kendisine karşıysa n’apsın garibim?”
TV de haberleri açıyorum.
Karşımda Reyiz.
Sanki kanalın sahibi.
Ne zaman açsam karşımda.
Anlatıyor, anlatıyor fakat arada benim beklentimin cevabını da veriyor: “Bütün vatandaşlarımıza maske gönderdik. Şu kadar milyon maske…”
‘Haklı adam’ diyorum, ‘Benimki de geldi işte.’
Şarjdan alıyorum telefonu, açıyorum.
Evet evet! Kesinlikle bu mesaj maske hakkında.
Sağlık Bakanlığı’ndan geliyor.
‘Haksızlık ettim adamlara.’
Bir vicdan azabı kaplıyor içimi.
Aynı anda bir sevinç.
‘Yaşasın!’
Şöyle yazıyor mesajda:
‘Değerli vatandaşım.
Lütfen çok gerekmedikçe sokağa çıkma.
Çıkmak zorunda kalırsan mutlaka maskeni tak.’
Ah benim kara talihim.
Şimdi hüngür hüngür ağlayabilirim artık.
Sevgili virüsler nerdesizin?
Bak ‘sevgili’ diyorum size.
Gelin gelin alın artık beni.
Alın canımı alın!
Yaşamak istemiyorum anladınız mı, yaşamak istemiyorum.
Şimdi hüngür hüngür ağlayabilirim artık.
Sevgili virüsler nerdesizin?
Bak ‘sevgili’ diyorum size.
Gelin gelin alın artık beni.
Alın canımı alın!
Yaşamak istemiyorum anladınız mı, yaşamak istemiyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder