ZAYIFLIK, GÜÇLÜ GİBİ GÖRÜNEBİLMEK ZAAFİYETİDİR ASLINDA- YAZI
Beni sarsmaya çalışan çok insan oldu hayatımda.
Söyledikleri karşısında boynum kıldan ince kaldı hep.
İnsan zayıflıklarıyla insandır.
Utanılacak, hayıflanılacak bir şey değildir bu.
Bütün zayıflıklarımı üstüste koyarım ve yıkılamayacak bir yapı tesis edebilirim.
Hem de tek başıma.
Ve kim yıkabildi ki bu güne kadar, kim?
Hangi güç, hangi teşkilât?
Konu zayıflıksa eğer, işte dünyanın en büyüklerinden bir şiir:
Yesenin yazıyor ölümünden dakikalar önce; kanıyla ve aynaya.
O son şiirini...
En zayıf anında...
En insan anında belki...
Çünkü hayattır Yesenin, çünkü gerçektir, çünkü insandır...
Hoşçakal, dostum benim,
Hoşçakal artık,
Can dostum, seninle dolu göğsüm -
Çok önceden belirlenen bu ayrılık
Buluşmayı vadediyor ilerde bir gün
Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan,"
Bu şiirde kastedilen 'dost' Rusya'nın en önemli komünist şairlerinden Mayakovski'dir. Mayakovski bu intihar nedeniyle Yesenin'i korkaklık ve zayıflıkla suçlamış, yerden yere vurmuş, cenazesine bile katılmamıştır. İşte aşağıda Mayakovski'nin Yesenin'in intiharı üzerine yazdığı şiir:
sen gittin,
diyorlar
yukarılarda bir dünyaya.
sonsuzlaşma-
uçuyorsun,
parıldayan yıldızlara çarparak.
ne borç var artık bize,
içki ne de
ayılma.
hayır, Yesenin,
oh
çekmek değil benim istediğim.
görüyorum ben
kesik bileklerinle sendeleyişini
ve alayla değil
acıyla
düğümleniyor yüreğim.
görüyorum
bir kemik çuvalı gibi
yere atışını gövdeni.
-dur! diyorum.
bırak!
delirdin mi sen?
sürer mi ölümü
hiç insan
tebeşir tozu gibi
yanaklarına?
sen ki çok daha
iyi verirdin ölüme
ağzının payını herkesten.
yeryüzünde başka
kimsede olmayan
o efece konuşmanla.
niçin?
nedeni ne?
donup kalıyorum şaşkınlıktan.
homurdanıyor eleştirmenler:
-bizce, bunun asıl nedeni
şu...
ya da bu...
ama daha çok,
kopmak toplumdan,
çok fazla bira
ya da şarapla kafayı çekmesi.
başka deyişle
satsaydın
bohemleri
işçi sınıfına, diyorlar.
sınıf bilincin olsaydı,
bak, bu gelmezdi başına.
oysa işçiler de
kvastan sert içkilerle
kafayı çekiyorlar.
o sınıf da içerek
güzelce sıçıyor kendi ağzına.
başka deyişle
parti'den biri
denetleseydi seni
sağlansaydı böylece
asıl önemi
içeriğe vermen.
yazardın o zaman
her gün
o dizelerin
yüzlercesini
uzun uzun
ve sıkıcı
Doronin de gördüğümüz türden
ama bence
böylesi bir deliliğin içine düşseydin
sen çok daha önce
son verirdin
yaşamına.
votkadan gitmek daha iyidir
inan bana
böylesi sıkıntıdan boğulmaktansa.
hiçbir zaman söyleyemeyecekler
nedenini bize
seni yitirişimizin.
şuracıkta duran
çakı mı, yoksa ip mi?
ama bulunsaydı
mürekkebi, elbette
Angelleterre otelinin
damarlarını kesmen
ve ölüp gitmen
gerekmezdi.
sana öykünenler çıldırdılar sevinçten:
bir daha, bir daha!
neredeyse bir yığın insan
zıvanadan çıkıp
öldürdü kendini.
neden çoğaltmalı
intiharları
böyle sayıca?
daha kolay değil mi
mürekkeple doldurmak
oteldeki şişeleri!
sonsuza dek
kilitlendi artık dilin
arkasında dişlerinin.
benim bu bilmecemsi sözlerim
yersiz
bir bilgiçlik sayılmamalı
halkımız,
yaratıcısı ve yaşatıcısı o güzel dilimizin,
yitirdi ölümünle
yansılı sesler üreten
en güçlü çırağını.
ve o herifler taşıyıp duruyorlar
ölü şiir döküntülerini
geçmiş,
gömülmüş ölülerden
hemen hiçbir yeniliği olmayan.
üstüste yığıyorlar
tatsız uyaklarını
mezara toprak atar gibi: daha beterlerini.
onurlandırmak için oğlunu
esin Peri'sinin bile
işine yaramayacak olan.
sana yaraşacak
bir anıt henüz dökülmedi
hani nerde o anıt,
döğülmüş tunçtan
ya da yontulmuş mermerden?
oysa çoktan doldurdular
yığın yığın
parmaklarının dibini
çöplerle,
adama sözcüklerinden, anılardan, o bok püsür şeylerden.
adın
hıçkırıklarla birlikte doldurdu mendilleri.
sözcüklerini
geveleyip duruyor Sobinov ağzında
kıvrılıp oturmuş da
altına suyu çekilmiş bir kayın ağacının-
'hiçbir şey söyleme,
ah dostum,
içini de çek-me ne olursun.'
ah,
sen onu ne kimbilir nasıl da alaya alırdın,
şu Leonid Lohengrinski'yi,
baş belası, tanrının!
ortalığı kimbilir
nasıl da ayağa kaldırırdın:
'izin veremem
şiirsel gargaralarına
anıran eşşeklerin! '-
sağır ederdin kulaklarını
üç ayaklı ıslıklarınla, sonra,
yazdıklarının hepsini
kıçlarına sokmalarını söylerdin.
harcardın bozuk para gibi
o yeteneksiz heriflerin hepsini,
doldururdun
smokin ceketlerinin
kara yelkenlerini,
öyle ki savrulurdu
sağa sola
Kogan gibileri,
süngüleyerek
sivri bıyıklarıyla
gelip geçenleri.
oysa bu arada
sayısı hiç de azalmadı
bu serserilerin.
çok zorlu bir iş
onları sayıca geride bırakmak.
yaşam
yepyeni bir biçimde
yeniden kurulacak.
işte o zaman
yepyeni şarkılar söylenmeye başlayacak.
böyle bir çağda
ağırlaşıyor sorunları
kalemin,
iyi ama, gösterin bana
sizi ey zavallı
hortlaklar sürüsü, hadi
nerede görülmüştür
ve ne zaman
yüce bir kişinin,
dikenli yolları bırakıp da
gül bahçelerini seçtiği?
sözcükler
yönlendirir
insanoğlunun güçlerini.
yürüyün!
arkamızda
zaman patlasın
bir mayın gibi.
bizim geçmişe sunacağımız
yanlızca
bukleleri
rüzgarda
geriye savrulan saçlarımızın.
eğlenceye ayrılacak yeri yok
gezegenimizin.
yarınlardan
koparıp
almalıdır mutluluğu
insan.
şu yaşamda
en kolay iştir ölmek
asıl güç olan
yepyeni bir yaşama
başlamak."
Ve sonra ne oldu biliyor musunuz? Şu 'en kolay iştir ölmek. Asıl güç olan yepyeni bir yaşama başlamak' dizeleriyle şiirini bitiren Komünist Şair Mayakovski yaşamına intihar ederek son verdi. İşte veda şiiri:
(Şairin cesedinin yanında bulunmuştur)
hepinize! ..
işte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele
dedikodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.
anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş
değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem) , ama benim
için başka bir çıkar yol kalmamıştı.
Lili, beni sev.
Hükümet Yoldaş! Ailem: Lili Brik, anam, kız kardeşlerim
ve Veronika Vitoldovna Polonkaya’dan ibarettir; yaşamlarını
sağlarsan, ne mutlu bana...
bitmemiş şiirleri Brik’lere verin, ne lâzımsa onlar yapar.
“bir varmış bir yokmuş“
derler hani:
aşkın küçük sandalı
hayat ırmağının akıntısına kafa
tutabilir mi!
dayanamayıp parçalandı işte sonunda...
acıları
mutsuzlukları
karşılıklı haksızlıkları
hatırlamaya bile değmez
ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.
ve sizler mutlu olun
yeter."
Ve çok sevdiğim, çok dersler aldığım büyük yazar Jack London: O muhteşem eser Martin Eden'de kendi hayatını yazmış ve hayatına tıpkı romanındaki gibi son vermiştir.
Tıpkı hayâl ettiği gibi.
Cesare Pavase, Cesare Pavase'nin günlüğünün ilk sayfalarında, 14 Ağustos'ta intihar edeceğini duyurmuş, kitap da zaten 13 Ağustos'ta bitmiştir. 14'ünde de artık yazar yoktur.
Ya Ernest Hemingway...
Ya Stefan Zweig, Wirginia Wolf, Albert Camus...
Küba'nin efsanevi Devlet Başkanı Fidel Kastro Ernest Hemingway'in hayatına kendi elleriyle son vermesi uzerine şunları söylüyor:
"O intihar etmedi. Kendisini oldürdü."
Ve daha niceleri...
Evet bütün bunlar insanoğlunun çok insanı zayıflıklarıdır..
Tersinden okursak, belki de güçleri...
Ama bu 'zayıflığın' altında, on yıllar sonra bugün bile bizleri halâ etkileyen o muhteşem yaratım gücünü de teslim etmek gerekmez mi?
Ve ilave etmeliyim ki, benim en büyük favori şairim, kahraman ve güçlü sol hareketimiz tarafından aforoza kadar giden bir muameleye tabi kalmış, zayıflık ve karamsarlıkla suçlanmış, ölüm temasının şairi Ahmet Erhan'dır. O ki aslında kimselerin yapamadığını yapmış, 12 Eylül karanlığının insanını, kalbinden şiirlerine yansıtmıştır.
Gerçi intiharla olmamıştır sonu, lâkin intihar gibidir hayatı.
bu kez biraz uzun sürdü bu keder
içime ağır bir taş gibi takılıp kaldı
acı, takunyalar giyerek yürürdü yüreğimde
sevincinse tüyden ayakları vardı
ve sorularım ne çoktu benim
ellerim her taşın altını kuşkuyla aralardı
inanmaz olurdum kimi, göğün mavi, yaprağın yeşil olduğuna
gözlerim her renkte saklı bir karayı arardı.
bu kez biraz uzun sürdü bu keder
kollarımı iki yana açıp dansetmek istiyorum
mutlu olmak istiyorum ey kuşlar, ey çiçekler
Sevgili Ahmet Erhan'dan beni çok etkileyen bir tane daha...
70'li yılların sonlarındaki o büyük hengâmede yazılmış.
Binlerce insanın öldürüldüğü...
Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum
Bugün de ölmedim anne
Kapalıydı kapılar, perdeler örtük
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bugün de ölmedim anne
Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgar, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bugün de ölmedim anne
Bana böylesi garip duygular
Bilmem niye gelir, nereye gider?
Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar
Bugün de ölmedim anne.
Zayıf olandan korkmayın; zayıflıklarını gizlemeyenden...
Her insan fizik kanunları, doğa ve ölüm karşısında mutlak zayıftır.
Zayıflık, güçlü gibi görünebilmek zaafiyetidir aslında.
21.12.2019
Yorumlar
Yorum Gönder