LAGA - LUGA VE ÖNYARGI - YAZI
Önyargılar elbette çok kötüdür.
Bizi kısıtlayan, sınırlayan ve köleleştiren belki.
Boşuna dememiş Einstein: ‘Önyargıları kırmak, atomu parçalamaktan daha zordur.’
Bazı kısa sözler vardır ki, çoğu zaman kulaktan kulağa, dilden dile on yıllarca, yüz yıllarca yaşayabilirler.
Einstein’in bu kısa sözü de öyle sanırım.
Çünkü gerçeklik var içinde ve insan var oldukça önyargılar da var olacak.
İnsanın bütün bunları bilip de, halâ içinde önyargılar taşıması derin bir insani çelişkidir elbet.
Benim de yok mu?
Var.
Yıllarca içimde bir yük gibi taşıdığım birinden kısaca söz etmeliyim size.
Çok uzun yıllardır Türk Pop Müziğine karşı önyargılı olduğum doğrudur.
Beni bu yargıya iten elbette ki bir dönem –şimdi öyle mi bilmem- şarkıların kof denecek kadar, güfte, beste ve müzikalite bakımından yetersiz-düşük olmasaydı.
Gerçi toplum ne talep ediyorsa, istisnalar dışında müziğin de onu arz etmesi doğaldır aslında.
Özellikle 12 Eylül sonrasındaki toplumsal yozlaşma, maalesef gençlğimizi ve müziğimizi de fazlasıyla etkilemiştir.
Oysa biz ne pop şarkılar dinledik.
Resimdeki gözyağları, Hatıralar hayal oldu, İstanbul’u dinliyorum, Her yerde kar var, Dönence... Vb… Vb…
O şarkılar ki asla ölmedi, ölmeyecek.
Sanırım benim için Türk Pop müziği Sezen Aksu’nun ilk yıllarındaki muhteşem parçalarından sonra inişe geçti.
Örneğin Git, Firuze ya da onun da seslendirdiği İkinci Bahar ve niceleri…
İnanın o günlerden bu güne, tavsiye dışında Türk Pop şarkısı dinlemiş değilim.
Bunun bir önyargı olduğunu alenen itiraf etmeliyim artık.
Kimbilir ne muhteşem parçalar kaçırdım.
Ba arada arabesk sözler sanki daha çok sarmalardı beni ve zaman zaman Kibariye vb. de dinlerdim.
Türk Sanat Müziği, bazı türküler ve Özgün Müzik tabii.
Özellikle Ahmet Kaya.
Bu arada pop-rock ayrımı da yapmadım.
Öyle rock parçalar var ki, ölümsüz.
Bunlar yerli olanlar.
Yani Türk Pop Müziği benim için gençlik dönemlerimden sonra bitmişti.
Gençlik deyince bir parantez de burada açmalıyım sanırım.
Nedir gençlik?
Yaşla mı sınırlıdır genel algıda olduğu gibi.
Değil.
Gençlik yaşta değil, kalptedir.
Öyle insanlar vardır ki, örneğin her ikisi de 80 yaşında.
Ama bakarsınız aslında biri 100, diğeri 50 yaşında.
Çünkü gençlik hayata bakışla, hayatı algılayışla, hayatı yaşayışla, hayata katılışla anlamlanır.
20 yaşında çok ihtiyar gördüm maalesef.
Neyse konuyu fazla dağıtmamalıyım.
Ama anlaşılıyor ki, bu iki konu, yani önyargı ve gençlik, uzunca yazılar için oturtacak beni klavye başına.
Önce kalem kağıt vardı, sonra daktilo oldu, sonra klavye ve sonra telefon tuşları.
Zaman nasıl eskiyor?
Şimdi gelelim konunun aslına.
Ve önyargılarımın nasıl paramparça olduğunun itirafına.
Bir veda vesileyle Şebnem Ferah’ın 'Hoşçakal' isimli parçasını dinledim geçenlerde.
İnanın bugüne kadar bilinçlice tek bir parçasını dinlemiş değildim.
Ancak bu parçayı dinleyince şok geçirdim.
O nasıl müzik kalitesi, o nasıl sözler, o nasıl yaşanmışlık, o nasıl duygusallık, o nasıl kalpten dillendiriş?
Gözlerimden yaşlar akıyordu.
Defalarca dinledim.
Ve geçtim klavyenin başına, cevabi bir şiir yazdım içgüdüsel.
Geçenlerde sizlerle de paylaştım.
'Hoşçakal.'
Kısa zamanda Şebnem Ferah çok ama çok büyüdü içimde.
O parçaya aşık oldum.
Sonra diğer parçalarını dinlemeye başladım.
Yine klavyeye gitti ellerim.
Yine yazdım.
Ve şimdi yine Şebnem Ferah dinliyorum.
'Yağmurlar…'
Bir yandan çalışıyorum, bir yandan yine ellerim klavyede.
Bana önyargılarımı kırmamda yol gösterenlere minnettarım.
Bu yazı daha fazla uzamasın diye buraya eklemlemedim ama, birazdan o şiir denebilir mı bilmem, onu da paylaşırım.
Sevgiyle…
26.12.2020
Yorumlar
Yorum Gönder