& SOKAĞIN SESİ GAZETESİ - KİTAP TANITIM
Kudret Köksal: Zindanda ve ölüme böylesine yakınken doğum,Hikâyeler
Kitabın son bölümünde yer alan Yenilgi isimli öyküyü Gazetemde ayrı olarak yayınlayacağım. Yenilgi öyküsünü görünce kitabı sondan başa okudum.
Kitap İzan yayıncılıktan basılıp dağıtıma verildi.
Kitap için yazılacak çok şey var ben yazar konuşsun istedim ve sözü Birkaç söz başlığıyla Kudret Köksal’a bıraktım.
BİRKAÇ SÖZ
Yazmak bir düşünme biçimidir bence.
Doğaldır ki her insan, her an düşünür.
Bazıları ise yazar.
Düşüncelerini kâğıtlara aktarır; yazarken düşünür.
Yazmak, düşünceyi derinleştirmenin de bir yoludur sanki.
Ben bu grupta mıyım bilmem.
Çocukluğumdan beri yazmak, sanırım en önemli tutkumdur.
Daha ortaokul çağlarında başlayan önce kalem-kâğıt ve sonra daktilo sevdam, hiç sona ermedi.
Sonraları sevgili daktilolarıma güvenlik güçleri el koysalar da zaten ve ister istemez bilgisayar klavyesine dönüştü bu sevda zaman içinde.
Ve sonraları telefon tuşlarına…
Teknolojinin gelişimiyle birlikte, biçimsel değişiklikler olsa da giderek ‘kara bir sevda’ haline geldi.
Evde, işte, zindanda, hastanede, sokakta, köşe başında, yolda, arabada, yatakta, tuvalette, yemek yerken, uyurken…
Zihinde oluşanlar, hemen her an ve her yerde yazıya dönüştü.
Bunlar bazen hikâye, bazen şiir, makale, deneme, siyasi, mizahi, değerlendirme, eleştirel ve hatta Sinop sis ya da kısa söz gibi çeşitliliklere büründü.
Koliler dolusu çokluktaki bu yazmalar kimi zaman yayınlandı, kimi zaman paylaşıldı, kimi zaman bir yığın içinde tenha raflarda tozlandı, sarardı, çürüdü.
Ama pek çoğu, beş kez maruz kalınan ev ve işyeri polis baskınları sonucunda yok oldu, çöp oldu.
Kalanlar ve 2019’dan bu yana yazılanlar ise yine önemli bir yekûn oluşturuyorlar gerçi.
Bundan yıllar ve yıllar önce, zihnimde kurgusunu yaptığım ve yazıya geçirmem halinde kitaplaştırıp roman haline getireceğim iki taslak ise yine o sıralar yaşanan bazı olumsuzluklar nedeniyle beynimde askıda kaldı.
Bunlardan biri, yaklaşık 600 sayfa tutacak olan 12 Eylül’ün romanıydı.
Ancak kitap çıkartma konusuna ilişkin olarak yaşanan, belki de psikolojik olumsuzluklar, yazdıklarımı kitap halinde toplama heyecanımı ve motivasyonumu tamamen sona erdirmişti.
Bunun nedenlerini daha önce uzunca bir düzyazı ve şiirde anlatmıştım.
Son anda 2019 yılında yazılan hikâye anlatımındaki bu yazıyı da kitaba koymaya karar verdim. Çünkü yıllardır yakın çevremden ve dostlarımdan gelen kitap konusundaki teşvik edici baskılara bir cevap vermem gerekiyordu. Ve sanırım bu kitabın okuyucularından da gelebilecek olan ‘Neden bu gecikme?’ sorusuna… Ama kitabın ortaya çıkışındaki asıl etken, iki yıl önce çok zamansız ve beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrılan eşim Ayten’in, ‘Kitap çıkartmam ve böylece yazmaların en azından derli-toplu çocuklara kalması’ doğrultusundaki ısrarlı istekleri ve ay parçalarımın da bu fikri gönülden desteklemeleriydi. Dolayısıyla bu kitap, bütün teşvikler bir yana ama Ayten’in bir vasiyeti olarak ortaya çıktı.
Yoksa asla çıkmayacaktı.
Halihazırda tamamlanmış yedi-sekiz adet kitap taslağı ve zihinde bekletilen iki-üç roman daha mevcut.
Bunlar kitap haline dönüşürler mi bilmem.
Sanırım bu öncelikle ruh halimle ilgili bir konudur.
Neyse…
Konuya 12 Eylül döneminde, Mamak zindanlarında yazılmış hikâyelerle girdim.
Bu hikâyeler takdir edersiniz ki çok olumsuz koşullarda yazıldı.
Çünkü kalem- kâğıt, kitap-gazete yasakları çok uzun bir süre hüküm sürdü.
Baskı ve işkence neyse ama düşünsel yasaklar gerçekten tahammülü güç bir durumdu.
Ancak yine de mektuplar ve mektuplaşma, idarenin görüşçü tepkilerinden çekinmesi neticesinde, çok özel durumlar dışında yasaklanamadı.
Keza zihinlerde oluşanlar ise hiçbir şekilde engellenemedi.
Zihinsel üretimler, çoğu zaman mektuplarla; görüşlerde şifahen ve şifreli anlatımlarla dışarı çıkartıldı.
Dışarıda düzenlenip kâğıtlara geçirildi.
Kalem-kâğıt yasağı olmadığı durumlarda ve yazılanların ‘sakıncasız’ bulunduğu durumlarda ise ‘Görülmüştür’ damgasıyla yakınlarımıza ulaştı.
Nokta ve virgüllerine dahi dokunulmadı.
Aradan 35-40 yıl gibi bir zaman geçmiş.
Zaman eskiyor dostlar.
Ancak baskı ve zulüm eskimiyor.
Tersine yenilenerek, çeşitlenerek devam ediyor.
81, 82, 83 yıllarında Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’nde yazılmış bu hikâyelere, 86 yılında dışarıda, Ankara’yı panik halinde terk ettiğim ve sığınmacısı olduğum İstanbul’da yazılmış bir hikâyeyi de ekledim ve sonlara doğru kitaba koydum.
Neden mi?
Sanırım dışarıdaki hayat da Mamak koşullarından pek farklı değildi. 12 Eylül’ün devrimci-demokrat ve sosyalistlerde yarattığı travma öylesine büyüktü ki bugün bile hâlâ bu travmadan sıyrıldığımızı iddia edebilmek pek gerçekçi olmayacak.
Bir de yukarıda sözünü ettiğim, 2019’da yazılmış olan ve gecikmenin psikolojik gerekçesini anlatan hikâye-yazıyı da kitabın en sonuna ekledim. Hikâyelerden sonra, yine Mamak zindanlarında zihne-kaleme alınmış ve çok çeşitli yol ve yöntemlerle dışarı aktarılmış şiirlerden oluşan bir kitap daha olabilir sırada.
Bakacağım…
Bu arada lâf aramızda, yazmalar psikoloğum oldu benim hayatım boyunca.
Yazarken hiç yalnız koymadılar.
Kimselerin giremediği kadar girdiler hayatıma ve asla çıkmadılar.
İnsandan vefalıydılar sanki.
Sevgiyle…
Kudret Köksal
Haziran 2021- İstanbul
https://kudretkoksal.blogspot.com
Yorumlar
Yorum Gönder