MASKE MACERALARIM - 18 - MİZAH - YAZI
(Yazıya girişim uzun gelebilir. Araştırmacı haberciliğimin ürünü bu yazı. Olsun. Ben okudum yeter.)
Değerli dostum, yoldaşım ve dünya çapında bir fotoğrafçı olduğuna inandığım -ki zaman zaman uluslararası fotoğraf dergilerinde kapak oluyor ve fotoğrafları ödüller alIyor- aynı zamanda fotoğrafçılık eğitmeni olan sevgili Hasan Balcı dün bir mesaj gönderdi.
Saat 17.18'de göndermiş.
Ordan-burdan sohbet esnasında şunları da yazdı .
‘Abi. Yardım kolisi dağıtmaya çıkmıştık. T…….’nda. Oranın profili çok değiştmiş. (Semtin ismini yazmadım ki, polis ihbar kabul edip gider-mider neme lâzım. ‘Dur’ ihtarında falan bulunur. Aman aman! Sonra vicdanımı temizleyemem hayat boyu)
Devam ediyor Hasan:
‘Biliyorsun… African sokak kadınları, Suriyeli’ler ve travestiler var sokaklarda. Hepsi maskeleriyle. Çok moralim bozuldu.
Acaip üzüldüm.’
Ha bir de, iyi bir çocuktur Hasan. Koca bir herif daha doğrusu. Haşin, hırçın, tavizsiz, kavgacı, küfürbaz ve çok katı görünür ama, çok yumuşak yüreklidir aslında. Yardım çalışması yapıyor mahallesinde örgütlediği arkadaşlarıyla, 'yaşlılara.' Karşılıksız. Gönüllü olarak. Duyurusunu yapmış sanaldan. Kimin ihtiyacı var bölgesinde, kim çağırıyor, koşuyor. En kaliteli malları alıyor marketlerden ve kasa fişiyle teslim ediyor sokağa çıkma yasağı olan 65 yaş üstündekilere (Kimse bana onlara 'yaşlı' dedirtemez). Tamamiyle yardım amaçlı. Eminim evlerinden çıkamayan ve Sağlık Bakanlığı'nca yaşlı ilân edilenler çok minnettardırlar kendisine.Tabi yetkililer yardımın istihbaratını alana kadar artık. Ayrıca sokak hayvanlarına karşı da çok duyarlıdır. Özellikle kış aylarında onlara külübeler yapıyor, mahallenin çocuklarıyla. O yapıyor, zabıta yıkıyor. Hiç üşenmiyor, masraftan kaçınmıyor, yılmıyor. Tabii köpeklere kiralarını da ödemeyi öğretebilseydik öyle olmazdı. Her şeyi öğreniyorlar da keratalar, para kavramını öğrenemiyorlar bir türlü. Onlar gibi olamadık.
Takdire şayan bir iştir bu.
Hasan devam ediyor mesajlarında:
'Onları gördüğüm an, senin yazdığın şu Covit Maceraları
geldi aklıma abi.”
Cevaben şöyle demişim.
“Bizim adamlarımız bu işlerde virüs-mirüs dinlemez Hasan. Yeter ki seks olsun. Ve tabii ki, maalesef hayat kadınlarının da işleri dışında herhangi bir güvenceleri yok bu ülkede.”
Neyse biraz daha sohbet edip kapattık Messengeri.
Saat 00.27.
Hasan tekrar mesaj attı.
-Şu hayat kadınları ve tavestileri de yazsana abi.
-Yazdım Hasan.
-Yazdın mı, ne zaman?
-Biraz önce.
Yarın bir başka şey var kafamda. Cuma gününü atlayacağım
1 Mayıs olduğu için. Cumartesi paylaşacağım. Seni de konu ettim iznini almadan.
“Canım benim” diyerek bitiriyor mesajlaşmayı.
Bu küçücük sevgi cümlesi, kendisini insan gibi hissetmesi için yetiyor insanın.
Onu tanımadan ‘çok agresif, çok sekter’ yargısında bulunanlar, insan ilişkileri hakkında ders almak isterlerse, bu diyalogu ve diğerlerini okusunlar bi zahmet de, insan ilişkisi nasıl olur anlasınlar. Hasbalar...
Hasan devam ediyor:
'Arabayla çıkarsak bir gün muhakkak senin de gözlemlemeni istiyorum.'
“Tamam Hasan“ diyorum. "Gideriz bir gün."
Merak bu ya.
Bana bir aydır gelmiyor.
Nerden bulmuş hayat insanları maskeleri?
Benim bildiğim araştırmacı facebook yazarlığı, yazıyı kaleme almadan önce konu hakkınca araştırma yapmayı gerektiriyor.
Uğur Dündar’dan öğrendim ben bu ilkeyi.
Zamanında yaptığı iki araçtırmacı gazetecilik haberini izlemiştim de fena etkilenmiştim.
Üç gün kesilmemişti midemin gurultuları.
Zaten ondan sonra aldıydı ‘Araştırmacı Gazeteci’ titrini kamuoyundan.
İlki bir akrebe kendisini sokturan bir manyak adamın, akrebin ısırdığı yerden zehri nasıl ‘hüüüüppp’ diye çekmesini izlettiriyor izleyiciye ve nasıl oluyor da 'zehirden etkilenmediğini' anlatıyordu.
Sanki peygamber karşısındaki.
Öyle hayran...
Diğeri ise, altına çişini yapan bir bebenin bezinde, hiç çiş olmadığına şahit olmuş ve onun yerine alt bezindeki katılaşmış, kristalize olmuş maddeyi görünce şok olmak suretiyle izleyiciyi de şoka sokmuştu.
Sonra anlaşılmıştı ki, aslında bebek bezini üreten firma, öylesine bir bez üretmişti ki, alt beze katılan bir kimyasal marifetiyle, çocuk çiş yaptığında ve çiş bezle temas eder etmez, anında kimyasal ile reaksiyona giriyor, küp-küp kristalize oluyor ve katı bir madde haline geliyordu.
Ve tabi ki bez kupkuru kalıyordu..
Dündar, Arşimed’in suyun kaldırma kuvvetini keşfetmesi gibi, ‘evreka evreka’ diye bağırarak canlı yayında şaşkın bakışlarımız karşısında, araştırmacı gazetecilik serüvenini başlatmıştı.
Gerçi o 'evreka evreka' diye değil de, ‘mucize, mucize’ diye bağırmıştı hatırladığım kadarıyla..
Allah’tan banyodan fırlayan Arşimed gibi anadan uryan değildi.
Yoksa Playboy'a bile kapak olur, sonra vücudunun her köşesini acaip araştırırdı millet.
Her iki haberinde de müthiş tufaya düşmüş, ama sonrasında ‘Derinlemesine Araştırmacı Gazetecilik’ müessesesinin de temellerini atmıştı.
Ah o duruma düşmek istemem katiyyen.
İyice araştırarak yazmalıyım yazımı?
Evet gereken fedakarlığı göstermeli ve hayat kadınlarıyla yüzyüze görüşmeliyim.
Hasan’ı da haberdar etmeden yapmalıyım bu işi.
Neme lâzım, bunca acelecilik karşısında başka şeyler düşünür de, ‘Ne bu acelen abi? deyiverir, mahçup olmayayım adama.
Memnum kalırsam daha sonra onunla da giderim.
Heyy ne bakarsınız öyle sinsi sinsi?
Röportajdan memnun kalırsam tabii.
Hemen cin fikirler düşmesin aklınıza.
Bir erkeğin bir hayat kadınıyla bir saatini konuşarak geçirebileceğini tahayyül edemeyenler izlesinler beni.
Her şey sekstir elbette bu dünyada, tamam.
Ay, şeyy, yani…
‘Değildir’ diyecektim özür dilerim.
Dil sürçmesi işte.
Olsa olsa 600 TL’dir seksin saati.
Biri bir gün 1/400 diye mesaj göndermişti de, merak edip 'Nedir bu?' diye sorduğumda, 'saati 400 TL yavrum demişti.
Ulan bayağı bi zengin olmak gerekiyor demek ki, gündelik seks için.
Evlenmek daha ucuz valla.
Neyse…
Sanırım röportaj için en fazla 500 isterler.
Mahçup olmak istemem elin kızına.
Ben yine de 600 alayım yanıma.
Eh bir saat de yeter zaten.
Millet üç dakikada görüyor işini.
Erken boşaltıyorlar zihinlerini.
Sabırlı gazetecilik kalmadı kardeşim.
Vur-kaç….
Üç cümle attırıyorsun, tamam.
Bendeki meslek aşkı böyle değil doğrusu.
Yaptığın işin hakkını vereceksin.
Karşındaki kadın da hayatının tatminini yaşayacak röportajda.
Tekrar röportaj için can atacak.
Bu bir performans işi tabii ama, ne yapalım vereceğiz hakkını.
Gitmeden halter çalışmalıyım biraz.
Naz'a çaktırmadan, Naz'ın halterleriyle..
"Ne o bi durum var" diye soruverir amanallah.
Gerçi ayak üstü, sokak ortasında olmaz bu sohbet umarım.
Performansımı etkileyecektir bu.
Yok yok dizüstü olmalı.
Öylesi daha iyi.
Hooooppp...
Ne saçmalıyorum ben ya?
Köy evinde miyiz yahu?
Dizüstü olur mu?
Yer sofrasında yemek mi yiyoruz köy evinde?
Ayrıca hayvanlar gibi öyle...
Mazallah dizleri parçalanır insanın.
Bir keresinde, seramik üstünde...
Neyse...
Koltukta oturup medeni insanlar gibi…
Hem böylesi bir pozisyon yormaz da bizi.
Ne kadar süreceği bilinmez.
Ortam rahat olmalı.
Motivasyonu düşmemeli insanın.
Umarım sohbet teklifimi garipsemezler.
Çünkü yine bir zamanlar bir hayat kadınından, bir dergi için sohbet randevusu istemiştim de, ‘hadi siktir git lan’ demişti.
Ben de siktir olup gitmiştim tabii.
Karşıdakini polis falan zannediyorlar böylesi tuhaf durumlarda.
Ben de şöyle savunurum kendimi.
‘Ben araştırmacı facebook paylaşımcısıyım.
Aç bak sayfama, polis olan birisi böyle yazılar yazar mı?
İndiririm fermuarımı gösteririm…
Şeyy…
Açarım faceboook’umu gösreririm sosyal mesafeyi koruyarak.
Neyse ATM den 600 kağıt çekiyorum, atlıyorum arabaya.
Endişeliyim biraz.
Çocukların nafakasını mı yiyeceğim yoksa?
Yok yok…
Hayırlı bir iş için harcanacak bu para.
Allah'ım n'olur beni affet.
Röportajsız yapamıyorum.
Bir kilise görürsem yol üstünde...
Papazı fazla mesaide olan bir Kilise…
Günah çıkartırım olmazsa.
Oralarda mesaide olmayan papaz var mıdır ki?
Olmaz.
Çalışma hayatı 24 saattir o semtte.
12’den sonra fazla mesai de alıyorlar zaten.
Hasan’ın sözünü ettiği 'bereketli' semte doğru yollanıyorum.
Tanrım gerçekten bir sürü şahane kadın.
Neredeyse arabanın önüne atıyorlar kendilerini, röportaj yapmam için.
Bu ne ilgi ya!
İç lambaları yakıyorum, dikiz aynasında kendime çeki-düzen veriyorum.
Bir yandan da kadınları dikizliyorum.
Evet, kendimi yakışıklı buluyorum.
Suriyeli ve Afrikan olanların önünde durmadan transit geçmek zorundayım maalesef.
Çünkü amacım sizin de tahmin ettiğiniz gibi sohbet.
Dolayısıyla Türkçesi güçlü bir lolita bulmalıyım.
Amaan kadın işte.
Uzaktan bir dilber görüyorum.
‘Dilli’diyecektim.
Dilli hanımefendi yani.
Benim kabahatim değil, Türkçe’nin azizliği.
Gözlerim kamaşıyor.
Tam istediğim gibi.
Yani iyi konuştuğunu sanıyorum.
Simsiyah saçlar, bembeyaz ten, ancak kalça seviyesinde bir mini etek, sütün gibi ve bembeyaz bacaklar, simsiyah sürmeli gözler, dolgun ve yuvarlak kalça ve göğüsler.
Hayır, yanlış anlaşılmasın.
Fotoğraf alırsam eğer röportaj için, fotojenik olmalı.
Bir yazıyı okutan şey fotoğraf günümüzde.
Evet bu kadın mutlaka iyi hatiptir aynı zamanda.
Öyle güzel, öyle alımlı, öyle seksi, öyle zarif ki, sesi de yumuşacıktır kesin…
Kötü bir röportajcı olamaz.
Arabayı ona doğru kırıp, önünde duruyorum.
Camı indiriyorum.
Buyurmaz mısınız hanımefendi?
-Hanımefendini yiyim senin.
'Hööööö' diye istemsiz bir ses çıkıyor boğazımdan.
Aniden büyü bozuluyor
'Ah keşke konuşmasaydınız, keşke konuşmasaydınız' diye isyan ediyorum. ‘El işaretleriyle de anlaşabilirdik sizinle.’
Ben ki size aşık olabilirdim melek. Şiirler öyküler yazabilirdim sizin için. Etrafınızda pervane olabilirdim. Konuşmayacaktınız hanımefendi. Mil pardon, beyefendi. Ah konuşmayacaktınız.’
-Deli misin sen be adam?
-Hayır, aşığım ben. Aşıklar biraz deli olmazlar mı?
Şimdi nasıl objektif olabilirim yazımı kaleme alırken artık.
Nasıl ağlamadan yazabilirim?
Ah benim kara talihim ah.
Neyse olsun.
Sesi bariton ama, bedeni Brijitte Bardot.
Zarif çok zarif.
Kestirmiş, kestirmemiş bana ne.
Röportajda külotunu indirecek değil ya.
Gücendiremem, kıramam böyle zarif bir insanı sonuçta.
Duymamaya çalışırım söylediklerini.
Eee, röportajı nasıl yapacağım duymazsam?
."Beni affedin" diyorum, "Çok güzelsiniz ama ben sizinle yatmak değil, röportaj yapmak istiyorum, tabii üctetinizi ödeyerek."
"O ne lan" diyor. "Fransız usulü seks mi?"
"Yok, yok" diyorum. "Alafranga konuşmak gibi bir şey. Yalnız röportajın akışına bağlı olarak istenmeyen şeyler de olabilir mi bilmem. Aslında aşık olmak isterdim ama neyse. Bir dahaki sefere artık."
"Saati 100 TL" diyor. "Virüs nedeniyle iskonto yaptık.
Bir daha bulamazsın."
"Gözleriniz ne güzel" diyorum, belki indirir fiyatı umuduyla.
"Ne yapacaksın?" gözlerimi diyor. "Ama merak etme her mahremim gözlerim gibidir."
Yuh!
Bu ne özgüven.
Küçüldüm küçüldüm de kibrit kutusına sığdım anam karşısında.
-Peki mahreminizi bana açacak mısınız?
"Bütün teferruatıyla" diye cevap veriyor. Ayrıca nerde olacak bu iş?'
"Size zahmet vermek istemem, arabada lütfen" diyorum.
"Bana göre hava hoş da, sen naslı döneceksin arabada?" diye soruyor.
‘Önemli değil. Gider gelirim dönmem gerekirse arabada. Yani çıkarım arabadan ve yine girerim. Ayrıca aayakkabılarımı da çıkartamam evinize gidersek. Kültür meselesi. Çorapla duramam sizin yanınızda. Bu nezaketsizliği istemeyin benden. Yapamam. –(kaldı ki ayaklarımı bile yıkamadan çıktım evden. En stratejik bölgelerimi bile parfümledim de, ayaklarımı unuttum.)
-Oooo fantezileriniz de maşallah.
"Öyledir diyorum" biraz böbürlenerek. "Hayal adamıyım ben, şairim"
"Arabada olacaksa 200 isterim" diyor.
-Maşallah siz de fırsatları iyi değerlendiriyorsunuz.
Zeki adam, pardon kadın.
"600 TL var yanımda hepsini vereyim size" diyorum. "Zaten aile bütçesinden bu iş için bu miktarı ayırmıştım."
"3 sefer mi yani" diyor ve ekliyor: "Ama süreyi uzatmam bilesin. Randevulu müşterilerim var benim. Peki 3 sefer becerebilecek misin 1 saatte? Genelde iner de göz kapakları ve başka yerleri... Uyuyup kalırlar bir seferden sonra horul horul."
"Yok yok ben uyumam. Uyuyamam. O kadar aptal değilim.
600 TL bu. Kolay mı? Yalnız bilmiyorum herhalde bana yardımcı olmanız gerekebilir. Çok zaman geçti. Uzun zamandır röportaj yaptığım bir partnerim olmadı. Aydınlatırsınız beni beyefendi.
-Ne beyefendisi lan.
-Ah özür dilerim Ağız alışkanlığı. Çevremde pek kadın yoktur da benim. Hele sizin gibisi....
-Ayrıca ben öğretmen miyim oğlum, aydınlatayım seni.
-Olsun sizin hayat tecrübeniz yeter bana.
"Fakat senin masken yok mu?" diye soruyor.’
"Vermediler." diyorum, "Ya siz nasıl tedarik ettiniz?"
"Ohoooo bizim tedarik edemeyeceğimiz bir şey mi var? Bizim çevremizde her kesimden insan vardır ve çevremiz çok geniştir.’
-Bir şeylerle kapatsam ağzımı olur mu?.
"Ben sana veririm" diyor.
-Haaa ne verirsin? "Yani yanında promosyon olarak mı? Peki ama nasıl röportaj yapacağız maskeyle? Engel olmayacak mı öpüş......, görüşmemize?"
"Olmaz" diyor.
"Normal hayatta olur aslında. Ama bizim camiada olmaz. Bizde eylemci insanlara virüs bulaşmaz. Su içerken yılan sokar mı insanı? Sokmaz. Onun gibi bir şey.’Yalnız Sağlık Bakanlığı’nın talimatlarına aykırı davranamayız yine de. Para kazanacağız derken, bir de para kaybetmeyelim. Ne çilelerle kazanıyoruz biz o paraları?
"Eyvah’ diyorum.
Sosyal mesafeyi ihlalden 350, hayat adamlarıyla pazarlıktan 6150, sokağa çıkma yasağını ihlarden 3150, maskesizlikten 3150... Bir de fuhuştan yersek, belimizi doğrultamayız hayat boyu… Oohh… Koy dostum koy."
-Nerede kamera var bilemeyiz. Deniz Baykal'ı hatırlasana.
-Oda mı röportaj yapıyordu? Ben çiçek suladığını zannediyordum.
-Eldivenli ve maskeli olacak tabii. Sosyal mesafe konusunu da çözeriz bir şekilde. Gerçi uzak mesafeden yetiştirebilen hiç himseye rastlamadım ya bugüne kadar. Kimisi de uzaktan izlemeyle de yetinebiliyor örneğin. Öyle tatmin oluyor. Onları çok seviyorum. Hiç mıncıklamadan, acıtmadan canımızı görüyorlar işlerini...Farklı keyifler işte. Belli ki sen çok acemisin. Ama bil ki, cüzzamlı olsan da biz işimizi yaparız. Virüsten de cüzamdan da belalıdır bizim müşterilerimiz. Biz bağışığız. Pek çok arkadaşımızı öldürdü insan virüsler.’
"Katiller" diye isyan ediyorum öfkeyle.
-Mecburuz. Yoksa aç kalırız. Hiç bir sosyal güvencemiz de yok. Hiçbir sektör de iş vermezler bu ülkede bize. Biz de kendi sektörümüzde çalışıyoruz mecburen, yasal olmasa da. İnsan olarak bile kabul etmezler bizi. Bir hayvanla yatar gibi yatarlar. Şiddet uygularlar.Herkes senin gibi mi?"
Koltuk altlarımdan kabardığımı hissediyorum bir hindi gibi.
Zaten başka yerden kabardığım da yok.
'Heyy yoksa o da mı bana aşık oluyor?
Haklı kadın.
Virüs de neymiş ki?' diye geçiriyorum içimden
."Hadi vakit işliyor" diye uyarıyor.
"İndir pantolonunu."
"Neee’ diyorum.
"Çıplak mı yapağız röportajı?"
Panikliyorum.
600 TL’yi çıkartıp takdim ediyorum refleks hareketlerle hanımefendiye. Yeter ki indirtmesin pantolonumu.
Minnetle gözlerimin içine bakıyor.
Maskeyi indirip emrivaki bir öpücük konduruyor yanağıma.
Allah'tan polis falan yok çevrede.
Yoksa batardık mazaallah.
'Erkek-merkek ama, güzel kadın be.'
"Tekrar gel" diyor inerken arabadan. "Tekrar gel. Karakolda değilsem, burada olurum genelde.
"Ama röportaj" diyorum can havliyle.
"Bir dahaki sefere" diyor. "Ne röportajlar yaparız bak senle. Hayat boyu unutamazsın."
-Şimdi yapaydık... Gelecek mecalim olacağını sanmıyorum bir daha. Ama yine de para biriktirdiğimde gelirim belki. Birkaç ay sürer gerçi.'
Ah Öldüm gaiba ben.
Bir ceset gibi eve gidiyorum ve başlıyorum araştırmacı yazımı karalamaya.
‘Yazım kısa olacak’ demiştim daha önce
Sözümü tuttum.
Kısa.
Aha da aşağıda.
Goduna kodumun yazısı.
Vallahi üşendim.
10. Mart 2020’de yazılmış bu yazıyı koydum aşağıya.
Cük oturdu sanırım.
‘Corona ve hijyen at başı gidiyor.
Maskeler, eldivenler, vücut temizliği, şu-bu...
Hadi parayla seks satanları bıraktım, satın alanlar ne ediyor peki?
Dünya yüzünde sayıları hayli kabarık bildiğim kadarıyla.
Kaldı ki virüs en çok erkekleri vuruyor.
Komple vücudu örten, vücut temasını önleyen, vücudun şeklini alan, bu arada en tepeden ya da topuktan havadar -çünkü en az temas edilen bölgelerdir sanırım bu noktalar- ama hissiyatı, zevki azaltmayan bir vücut kondomu üretildi mi acaba?
Ve tabi öpüşler için de özel olmalı.
Kapitalist girişimcilerin aklına nasıl gelmedi hayret.
Seks satın alan milyonlarca erkek nasıl hijyene alıyorlar eylemlerini?
'Bana bir şey olmaz' erkekliği mi?’
Sakın ha.
İş güveniği ve röportajcılara güvence!
Gerçi röportaj yapamadım ama, yapmış kadar oldum.
Hayallerimde şuh bir kadın...
Aman erkek.
NOT: Transeksüellere, travestilere, lezbiyenlere ve dahi hayat kadınlarına, sadece insan oldukları için çok saygı duyarım.
Kimsenin yatak odası beni ildilendirmez.
Sonuçta mağdurlarıdır toplumların. Sanırım öyle olduğu içindir ki, çok sayıda var arkadaş listemde.
12 Eylül'de çok eziyet çektiler.
Görüldükleri yerde saçları sıfıra vurulur, trenle Eskişehir'e gönderilirlerdi.
Onlar da gerisin geri.
Bu rutin böyle devam etti yllarca.
Öte yandan Bülent Ersoy'u da çok takdir etmişimdir o dönem. Kendisine yasaklama koydu 12 Eylül rejimi.
O ise baktı olacak gibi değil, İngiltere'ye gitti ve uzvunu kestirdi.
Sonrasında pembe-kadın nüfus cüzdanını aldı.
Şapa oturttu bütün zalimleri.
Milletin şeyi sizi neden bu kadar ilgilendiriyor ki bre zalimler?
30.04.2020
Yorumlar
Yorum Gönder