BİR BULUŞMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ - 14 MAYIS - YAZI


Evet…
14 Mayıs bir siyasi hareketin kadrolarının yıllar sonra yeniden buluştukları ve 14 Mayıs adı altında bir platformda buluştukları gündür.
14 Mayıs Demokrat Parti’nin de kuruluş tarihi olmakla birlikte, bizlerin bununla uzak yakın ilişkimiz yoktur.
Eski yoldaşların bu buluşması nedeniyle, 5 Temmuz 2005 tarihinde Siyasi Gazete’de yayınlanan bir yazımı, hem yeri geldiği için, hem de bloğumda arşivlenmesi bakımından klavyede yazıyorum ve sizlere aktarıyorum.
Zaten bir şey değişmiş de değil.
14 Mayıs platformu halâ var mıdır yok mudur bilmem.
Çünkü başlangıcında yer aldığım bu oluşumu, siyasi nedenlerle daha sonraları terk etmek durununda kalmıştım.
Sanırım halihazırda mevcudiyetini devam ettirmiyor.
Ama 14 Mayıs platformu üyesi olan bazı dostlarımın, benim face’deki arkadaşlıklarım içinde de yer aldıklarını biliyorum..
Dolayısıyla yazıya ilgi gösterebilecek birkaç kişinin bulunabileceğini de tahmin ediyorum.
Yani en azından klavyede çektiğim eziyet boşa gitmeyecek.
Sevgiyle…
BİR BULUŞMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Türkiye’nin dört bir yanından TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) kökenli sosyalistler 14 Mayıs’ta Ankara’da buluştular. Bir bölümü örgütlü, bir bölümü örgütsüz ve uzun zamandır birbirlerini görmeyen bu kadroların gündeminde sosyalizmin sorunları vardı.
KUDRET KÖKSAL - TEMMUZ 2005
14 Mayıs’ta 40-50 yaşlarında bir grup Ankara’da bir araya geldi.
Onları bir araya getiren, kısa bir süre önce ölen eski bir yoldaşlarını anmak ve son görevlerini yerine getirmekti.
Buluşma organiasyınu ani bir refleksle gerçekleşmiş ve haberi duyan yaklaşık 200 kişi Ankara’ya koşmuşlardı.
Bir o kadarına da ulaşılamamış ve bazıları da ellerinde olmayan nedenlerle gelememişlerdi.
Buluşma yurt dışında ve cezaevlerinde de yankı buldu.
Bunca insanı bir araya getiren neden, elbetteki çok saydıkları eski bir yoldaşlarının ölümünün yanı sıra, hepsinin aynı kökten gelmiş olmaları; belki de köklerine yönelik özlem ve arayıştı.
Onlar 12 Mart’ın karanlık ortamında gözlerini aydınlığa diktiler.
Ve birbirleriyle kenetlenip mücadeleye giriştiler.
Komünist dünya görüşü etrafında toparlanıp, örgütlendiler.
Onlar her hâl ve şart altında, parti disiplininden kopmadan mücadele ettiler.
Komünizmin toplum nezdinde meşruiyeti için usanmadan çalıştılar.
Yoğun teorik, ideolojik ve politik tartışmalar yaptılar.
Uzun ömürlü yayınlar çıkardılar.
Türkiye Komünist Hareketinin bölünmüşlüğüne son verebilmek için ‘birlik’ şiarını yükselttiler.
Fabrikalarda, köylerde örgütlendiler.
İşçi komiteleri, köylü birlikleri oluşturdular.
Komsomol örgütlenmesini hayata geçirdiler.
Kadın çalışması yürüttüler, kadın gazetesi çıkarttılar.
İşçi sendikalarında, kooperatiflerde, memur, öğretmen, kadın ve gençlik örgütlerinde, sosyal dernek ve mahallelerde komünizmin bayrağını dalgalandırdılar.
‘Komünizm’ ve ‘Kürt’ kelimelerinin telâffuz bile edilemediği bir ortamda Kürt hareketinin önyargısız destekçisi oldular.
Şili Komünist Partisi liderinin özgürlüğü için eylemler yaptılar.
Enternasyonalizmi yücelttiler, yükselttiler.
Onlar kitle hareketlerinin daima içinde ve çoğu kez önündeydiler.
Çorum’da ve daha nicelerinde faşizmin saldırılarınını, örgütlü halk güçleriyle birlikte püsküttüler.
Emperyalizme ve faşizme karşı hayatın her alanında direndiler, kavga verdiler.
Bu kavgada pek çok yoldaşlarını yitirdiler, işkence ve zulüm gördüler.
Ve bu zorlu yol boyunca bazen yürüdüler, bazen durdular, bazen koştular, bazen düştüler.
12 Eylül faşist diktatörlüğünün hain saldırıları karşısında, bütün toplum güçleri gibi, gerekli örgütlü direnci gösteremediler, yenildiler.
Elbette 12 Eylül ile birlikte gelen toplumsal, siyasal çöküşte onların da sorumluluğu vardı.
Mücadelelerini 12 Eylül zindanlarında sürdürdüler.
Süreç içerisinde ve sürecin farklı yorumlanmalarıyla birlikte, farklı politik düzlemlerde yollarına devam ettiler.
Birbirlerine asla sövmediler, yoldaşça duygularını hiç yitirmediler.
Onlar bir gün, bir büyük kavşakta yollarının kesişebileceğini hiç unutmadılar.
Dile kolay…
Aradan bunca zaman geçti.
Ama onlar eski bir yoldaşlarını yitirdiklerinde, yine birbirlerini buldular, birbirlerine sokuldular.
Nerede olduklarını, ne yaptıklarını sorgulamadan, saygı ve hasretle birbirlerini kucakladılar.
İşte bir ölümün ve buluşmanın düşündürdükleri…
Ancak bütün bunlar ‘nostaljik bir geri dönüş’ gibi algılanabilir.
Bu nedenle dünü aktarırken, bugüne de bakmalı ve öneriler geliştirilmelidir.
Bilinmelidir ki, dünü anlamadan bugünü anlamak mümkün değildir.
Ve yine bilinmelidir ki, büyük kavgalardan, büyük yenililerden büyük dersler çıkartmadan, büyük başarılara ve zafere ulaşmak da mümkün değildir.
60’LI YILLAR
Türkiye toplumunun uzun yıllardır süregelen demeoratikleşme özlemleri, 1961 Anayasa’sıyla bir nebze dindirilmiş ve toplumun her kesiminde olduğu gibi,işiçi sınıfı içinde de kendi sendikâl örgütlerini oluşturma çabası hızlanmıştır.
Bunun sonucunda ortaya çıkan en önemli oluşum, kuşkusuz DİSK’tir.
DİK’in hızlı ve ‘fûtursuz’ gelişimi, egemen güçleri huzursuz etmiş ve 70’li yılların başında DİSK’in kapatılması için Meclis’te bir yasa kabul edilmiştir.
DİSK’in kapatılacağı haberi büyük bir hızla fabrikalarda, işyerlerinde ve mahallelerde yayılmış ve işçiler sokaklara akın etmiştir.
15 Haziran 1970 günü başlayan bu hareket çok hızlı bir şekilde yaygınlaşmış ve bütün İzmit ve İstanbul proleteryasını sarmalamıştır.
Fabrikalar boşalmış, işçiler protesto eylemlerine başlamışlardır.
Kısa sürede kent merkezlerine doğru akan büyük işçi grupları oluşmuş; barikatlar kurulmuş, ordu güçlerinin ve tankların karşısında kararlılıkla durulmuş, polislerle çatışılmış, silahlarına el konulmuş, büyük kapitalist işletmeler basılmış ve bu arada Kadıköy’deki çatışmalarda 3 işçi öldürülmüştür.
Levent istikâmetinden gelen kitlenin, Aksaray yönünden gelen işçilerle buluşmasını önlemek için Galata Köprüsü açılmış ve vapur seferleri iptâl edilmiştir.
Ve o akşam sıkıyönetim ilânıyla birlikte işçi hareketi de giderek
sönmeye başlamıştır.
Ancak hükümet, DİSK’i kapatmaya yönelik yasayı geri çekerek iptâl etmek zorunda kalmıştır.
Bu kendiliğinden hareket, Türkiye işçi sınıfı tarihinde bir dönüm noktası olacak, işçi sınıfının gücünü ve heybetini dosta-düşmana ilân edecek, varlığı üzerine yürütülen tartışmaları bıçakla kesilmişçesine sona erdirecektir.
İşte en başta sözünü ettiğimiz ‘onlar’ da, o yıllarda dayanışmaya başlamışlar, işçi sınıfının engin birikimiyle donanmışlar, sınıfın açtığı o aydınlık yoldan karanlığı yara yara yürümüşler ve
12 Mart’ın dağılmasıyla birlikte aleni çalışmalarına başlamışlardır.
BUGÜN HAKKINDA
Bilinsi ki amacımız, dünü ve bugünü mukayese etmek değildir.
Ancak dünün birikimleriyle bugünü kucaklayabilme çabasıdır.
Bilindiği gibi geçtiğimiz ay dört işçi konfederasyonu, hükümete bir dilekçe ‘arz ederek’, 1 Mayıs’ların tatil günü olmasını talep ettiler.
1 Mayıs’ları şeker bayramlarıyla karıştıran bu zihniyet, tarihten hiç mi ders almamıştır?
Ölülerle dolu bir tarihi mirası böyle algılayanlar, elbette dilekçeyle hak talep etmekten de beis duymazlardı.
Oysa işçi sınıfının mücadele tarihi bizlere öğretmiştir ki, ‘hak verilmez alınır.’
Öte yandan Yargıtay Eğitim-Sen’i kapatma kararı aldı.
Hem de TÖS’ün, TÖB-DER’in bile tüzüğünde var olan ve iki kelimeden ibaret o cümle nedeniyle, ‘Ana dilde eğitim’…
Ve akabinde Eğitim-Sen tüzüğünün değiştirilmesi için yollar aranmaya başlandı.
Pes…
Oysa çözüm, iş yerlerinde iş bırakmak ve mücadeleyi yükseltmek değil midir?
Ve işte SEKA direnişi…
Türkiye işçi sınıfı hereketi bakımından büyük kazanımlarla sonuçlanabilecek bu büyük direnişin sönüp gitmesinin sorumlusu da, şüphesiz bu anlayıştır.
Yakın zamanda yaşanan bu olaylar bile, 30 yıl öncesine göre gelinen noktanın hiç de iç açıcı olmadığını göstermektedir.
İşyeri ve sendika örgütlülüğü cılız, mücadele yetenek ve becerileri yetersizdir.
Dahası, örgütlenme ve mücadele anlayışları, geçmişe özlem duyuracak ölçüde geri ve teslimiyetçidir.
Belli ki bir yoldaşın ölümü sonucunda gerçekleşen ‘romantik ve nostaljik’ buluşmanın, politik bir buluşmaya dönüştürülebilmesi için yeterince neden vardır.
O halde bu pek çoğu alanunda öncü, birbirini çok iyi anlayabilen birikimli kadroların, güncel-politik gündem ve hedefler etrafında ve bir platform çatısı altında yeniden birikim ve deneyimlerini genç kuşaklara dolaysız bir şekilde aktarırken, öte yandan güncel-politik olaylara örgütlü ve etkin müdahale ortamını yaratması kaçınılmazdır.
Böylece ileriye dönük sağlıklı bir eleştiri ve tartışma zemini de oluşturulmuş olacaktır.
Evet…
Onlar büyük direnişlerde, büyük kitle hareketlerinde yer aldılar. Büyük kavgalarda bilendiler, büyük başarılar, büyük yenildiler yaşadılar.
Ve görülüyor ki onlar, yeniden önemli görevlerle karşı karşıyadırlar.
Bu görevler ertelenmemelidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KANDIRA'LI BİR ÇİNGEN - MUSTAFA KANDIRALI - YAZI

MİLİTARİZM, ASKERİ DARBELER, DEVRİMLER - YAZI - SİYASİ

MOMMY MOMMY - YAZI

> BABAYIM BEN - ŞİİR

DAHA 13 KERE İNTİHAR EDEBİLİRSİN - YAZI

HAY BEN BÖYLE TOPLUMUN - KISA YAZI

BİR YALAN TAKTİK - İYİ POLİS - YAZI - POLİTİK