> GECE - YAZI

GECE

Bu yazdklarım “sen” değildir. Seni kalemsiz yazabilirim ancak.
Ve bu yazdıklarım “ben” değildir.
Evet, seni ben yazacağım. Seni kalemsiz yazacağım. Ölümle randevulaştığımda bir gün. Önce seni yazacağım ve sonra öleceğim. Geriye benim seni yazdıklarım kalacak.
Korkuyorum…
Gece mi oldu yine? Yine sustu çalar saatimin tiktakları. Bu bekleyiş ne zaman sona erecek?
Bu sessizlik…
İyisi mi yatmalı şimdi. Geceyi savuşturmalı. Bakarsın yeniden sabah olur. Yeniden duyulur çalar saatimin tiktakları. Yatmalı… Ağlayan günü karşılamaya hazırlanmalı.
Ne olur kapan göz kapaklarım. İşkence etme artık bana.
İşte her şey geceyi tanımlamaya başlayınca değişti. Mahpuslarında yattım ülkemin, zindanlarında kışladım. Bir çocuk ağladı bir yerlerde, ben ağladım. Bir çocuk öldü, ben öldüm. Bir çiçek ezildi postalların altında… Bir kedi…İçim ezildi.
Neden hiç kimse yaşını hissetmiyor? Ve neden, hissetmediğimiz yaşımızda donup kalan tarihi yazmaya çabalıyoruz hep? Ve neden biz? Neden hep biz?
Evlerde kırmızı ampuller yandı yine. Müşteriler hazırlıkta, hayat kadınları hazırlıkta.
Ara-sıra duyulan silah sesleri dışında pozisyonları bozabilen hiç bir şey yok.
Ve bir omuz silkmeyle geçiştirmeler…
Ve neden hiç kimse gündüzü yaşayamıyor? Neden hep gece, hep gece? Soluduğumuz havadan mıdır yoksa?
İstanbul bir çukura düşüyor, tutan yok. Hava puslu, ay gözükmüyor, aldıran yok. Binlerce çığlık kol geziyor sokaklarda, kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Ahh bu geceyi de bir savuşturabilsem. Dayan yüreğim. Ne olur utandırma beni. Ha gayret!
Zamanı nasıl da dondurdular böyle? Hem de gecenin bu saatini seçtiler. Bu karanlık ne zaman dağılacak? Bu kör karanlık… Bu korkunç zifir?
Cananım nerdesin?
Uzak mı düştük nedir, ayrı mı düştük?
Ve neden mesafelerin bilincinde değildir kimse?
Oysa bak, yanıbaşımdasın. Hem de gerçek bir hülyasın. İşte dokunabiliyorum tenine. Ve sakınıyorum işte; kendimden seni, nerdesin?
Ya gözlerindeki ışık…
“Sevmek felsefedir” diyor ozan, ”imandır”. Oysa kimse böyle algılamıyor. Herkes sevmelerin karşısına dikiliyor. Peki felsefe değilse,iman değilse nedir sevmek? Banknot olabilir mi yoksa? Bu duvar ne zaman yıkılacak? Ne zaman sen tanımlayacaksın bana sevdayı?
Bilirsin… Birkaç dönemeci oldu hayatımın. Bir kaç keskin dönemeci… Şimdilerde bir diğerini dönüyorum. Oysa ne bir pusulam var, ne de yönümü tayin edebileceğim bir yıldız gökyüzünde. Öylesine kocaman bir belirsizlik işte. Hani bir taşı atarsın ya kör bir kuyuya. Kuyu karanlık, kuyu dipsiz… Hani gözden yiter yiter de hani, nereye gider, ne olur bilemezsin. Oysa bir yerlere varacaktır elbet.
Boşver aldıran kim? Nereye varırsa varsın. Bir tomurcuk patlasın yeter ki, bir çiçek açsın.
Çok şey mi istiyorum yoksa? Ya onu da istemezsem?
Lanet olsun. “İsteme” diyorlar. ”Sonu yok bu sevdaların” diyorlar. “Sonu yok” diyorlar, “bu okşamaların”. “Sonu yok” diyorlar, “sonu yok, sonu yok; bir mezartaşı gibi uzanan bu karanlıkların!”. “Bu türkü bitecek” diyorlar yavrucuğum, “soğuyacak yürekleriniz, kuruyacak dudaklarınız, sesiniz çıkmayacak!”
Gece tıpkı karabasan gibi düşlerimin içinde. Ve bütün düşlerim ayaza kesti bu gece. Gece eti donmuş bir ölü yavrucuğum, gözleri gözlerimin içinde üstelik. Gece baykuş bakışlı bir canavar yavrucuğum, pençeleri yüreğimin etinde. Bu gece avazım çıktığınca haykırmak istiyorum eyy karanlıklar! Yumruklarımı üstünüze sıkarak, ağlamak istiyorum bu gece deliler gibi ağlamak.
Ne olur yetsin artık bu elveda dercesine merhabalar. Ne olur yetsin artık bu ikircikli dokunuşlar.
Yetsin artık yetsin! Bu korkak öpüşler.
Ağlamak istiyorum bu gece an-la-mı-yor-mu-su-nuz, bu gece ağlamak.
Oda çırılçıplak bu gece yavrucuğum, kent çığlıklar içinde. Ve bir bilsen nasıl hasretim şeffaflığına, dillerine nasıl hasretim bir bilsen. Bu gece nasıl ağlamak istiyorum, ahh nasıl? Ve nasıl hasretliğim bu gece sana, bir bilsen nasıl?
Ve nasıl olanaksızdır artık savuşturabilmek geceyi.
Hani bir elmadan söz etmiştim ya bir gün. Benim sığınağımda bir gün. Hani o elmayı bölüşüversek ya artık. Çürümeden bölüşüversek ya.
Sus! Yanıtlama ne olur! Öldürme beni. Yaşamak zorundayım anlıyor musun, yaşamak zorundayım.
İşte bir sen varsın, bir de sensizliğin; kaynaksız bir ışık gibi parıldayan bu karanlıkta.
Düşünüyorum da… Düşünmesem daha mı iyi olacak? Herkes öyle söylüyor, herkes öyle istiyor. “Düşünme” diyor herkes. “Boşuna yıpratma kendini.”
Çıkartın kelepçeleri! Çözün elektrotları! İndirin askıdan, giydirin… Arkadaş yaşamak istiyor.
Hayır hayır yapamam, yaşayamam! Takın kelepçeleri takın!
İşte Çiğdem’im… İşte diğerleri… Ve işte gazete sayfalaındaki solgun bakışlar…
Ben nasıl yaparım? Ben nasıl yaşarım?
Vurun prangaya vurun! Dilimi kesin isterseniz. Ölüm şırınga edin yüreğime, beynimi yiyin.
Düşünmek yaşamak değilse eğer, nedir? Ve ölüm Allah’ın emri değil midir o zaman? Allah görünümündeki kulun kula emri.
Korkma yavrucuğum korkma. Böylece bellemişiz , böylece biline. Yine bir çocuk ölür bir yerlerde, yine ölürüz biz.
Olsun… Ne desek, ne istesek hançer yedik sırtımıza. Bir şeyi çok iyi öğrendik artık. Hiç… Ama hiçbir şey bilinebilir değil evrenin sonsuzluğunda .
Sezgilerim yol gösteriyor adımlarıma şimdi.
Baba! Ben nerdeyim baba? Ya sen nerelerdesin? Neden yalnızca ölüm buluşturabildi bizi? Daha önce nerelerleydik baba,nerelerdeydik? Peki ya anlatamadıklarım? Boğazımı sıkıştıran o tümceler? Ne olacak baba? Lânet olsun ne olacak?
Herkes birilerini bekliyor baba, herkes birilerini arıyor.
Ahh serpiliverseydim şu toprağa. Betonların ardındaki toprağa. Belki bir çiçek olur açardım bir gün.O zaman görürdünüz, bulurdunuz o zaman. Sulardınız, koklardınız...
Gece hiç bitmeyecek gibi. Yağmur çişeliyor. Havaya sinen ölüm sessizliğini yırtarak çarpıyor pencerenin camlarına. Bir de ayak seslerini duyuyorum uzaktan. Taak taak ayak seslerini.
Nedense hep gece geliyorlar.
Parkamı çıkarsam sandıktan. Postallarımı da geçirsem ayaklarıma. Sonra bütün direkleri afişlerle donatsam; tıpkı eskisi gibi. Şafak sökmeden donatsam bütün direkleri. Ve seni yazmaya başlasam. Gelenler gelmeden önce. Yazıp bitirsem seni.
Lânet olsun hava aydınlanıyor. Işık giriyor penceremden. Gün bastırıyor yine, sabah oluyor.
Diren göz kapaklarım, kapanma! Geceyi savuşturduk işte, kapanma! Uyutma gözlerimi ışıyan günde, kapanma!
Kapanma… Kapanma… Kapan… ma!
Daha yazamadım yazacaklarımı eyy hayat, kapanma…
Ka… pan…m…a…
26 Ekim 1985

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KANDIRA'LI BİR ÇİNGEN - MUSTAFA KANDIRALI - YAZI

MİLİTARİZM, ASKERİ DARBELER, DEVRİMLER - YAZI - SİYASİ

MOMMY MOMMY - YAZI

DAHA 13 KERE İNTİHAR EDEBİLİRSİN - YAZI

> BABAYIM BEN - ŞİİR

BİR YALAN TAKTİK - İYİ POLİS - YAZI - POLİTİK

HAY BEN BÖYLE TOPLUMUN - KISA YAZI