> SORGU - 1982 - MAMAK ASKERİ CEZA VE TUTUKEVİ - HİKÂYE - ŞİİR


Dönelim 12 Eylül'ün sorgu mahzenlerine. 

Hayatlar biter, hayatlar tükenir gider, sorgular bitmez bu cânım topraklarda. 

 SORGU 


Bir zindan karası gecede yitirdim gözlerini. 

Gözlerin... Işık topuydu gözlerin. 
Kızıla belenmiş bir güneş parçasıydı düşen; meyveye durmuş bir umuttu. 
Ağaçların devrilişinde, kırılışında dalların hep gözlerin vardı. 
Ve çoban yıldızı değildi gördüğün. 
Kılıçların şavkıydı; saçılmış kayısılarda bilenen. 
Yıldızlar desen, korkak ateş böcekleriydi gecede. 
Ay desen, batık bir gemiydi... 
Seninse kavramaya bakardı gözlerin. 
Gözlerin... 
Sevgilim! 
Canacan bir kavgada sevdadır bu! 
Ölme! 
Unutamam! 

Ölümü bekliyorum.
Onu ben davet etmedim buraya. 
Ama bir kanserli gibi, yanımda-yöremde dolandığını hissedebiliyorum. 
Gerçi buradan sağ kurtulanların sayısı az değil. 
Ölüm, onu bizim için davet edenleri de korkutuyor çünkü. 
İşlerini, ölüme yol açmadan tamamlamak istiyorlar. 
Artık en saf vatandaş bile kuşkuyla karşılıyor kanıksanmış senaryoları. 
"Ani bir cinnet sonucunda, kendisini binanın beşinci katından boşluğa bıraktı..." 
"Gözaltında tutulduğu hücrede, kafasını duvara vura vura beynini parçaladı..." 
Ama onların ölümsüz bir sorgu için gösterdikleri tüm " çabalara", tüm "inceliklere" rağmen sakat kalanların, aklını yitirenlerin ve ölenlerin sayısı da az değil.
"Bedenim nereye kadar taşıyabilir beni? 
Ya bilincimi nasıl koruyabilirim?" 
"Körüm burada. 
Gözlerimin hiçbir işlevi yok. 
Bir ortaçağ karanlığının tutsağıyım." 
"Ya bu çığlıklar? 
Dur-durak bilmeyen bu çığlıklar? 
O da tıpkı böyle haykırıyordu: 
Karım... 
Askıdaydım. 
Düz askıda. 
Bir yandan çeşitli bölgelerimden elektrik veriyorlar, diğer yandan sert bir cisimle penisimi dürtüyorlar, acımasızca vuruyorlardı.
" Acıdan kıvrandığım bir sırada talimatını duydum tim şefinin: 
"Karısını getirin! Getirin!.. Çırılçıplak soyun!" 
Anında getirdiler. 
Ve çığlıklar!.. 
Ve çığlıklar!.. 
Beynimi korlanmış bir bıçak gibi delip geçen çığlıklar!.. 
Bitişik hücrede saatlerdir avaz avaz haykırıyor; kim olduğunu bilmediğim biri. 
Makatına demir çubuk sokuyorlar. 
Duyuyorum. 
Tam yanımdaki hücrede. 
Ondokuz numarada. 
"Artık erkek değilsin yavrum" diyor işkenceci. 
" Kıllı G..lere de bayılırım." 
Sözcüğü sözcüğüne beynime kakılıyor. 
"Şu çığlıklar bir sona erse. 
Ya da duyarsız kılabilsem kendimi. 
Sağır olabilsem örneğin. 
Kör olunabiliyorsa, sağır da olunabilir. 
Duymamalıyım. 
Kendimi duymamaya koşullandırmalıyım. 
Şarkı söylemeliyim. 
Hiçbir şey olmuyormuşcasına şarkı söylemeli, beynimi şarkının nağmeleriyle doldurmalıyım." "Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter/ çekilen acılar cânım gün olur geçer." 
Üşüyorum. 
Oyy dona-dona, tir-tir... 
Eve baskın yaptıklarında sabahın körüydü. 
Külotla fırladım yataktan. 
Genellikle külotla yatarım. 
Çok üşümedikçe başkaca bir şey giymem üstüme. 
Öylece fırlayıverdim yataktan. 
Giyinmeme bile izin vermediler. 
Boya-badana işlerinde kullanılan yırtık-pırtık bir pantolonla tişörtü kapıverdiğim gibi geçirdim üstüme, evden sürüklenirken. 
Hepsi bu! 
Donuyorum...
Beton nasıl soğuk! 
Aylardan Kasım olmalı. 
Ekim sonu ya da Kasım başı.
Hele tazyikli soğuk sudan sonra, şu hücrenin bir tabuta dönüşüvermesini nasıl hayal ediyor "insan". Kaç gündür buradayım? 
Zamana ait bütün bildiğim, kuru ekmek ile beş adet zeytinden oluşan kumanyanın sabah ve akşamları dağıtıldığı. 
Ama hangi biri sabah, hangi biri akşam? 
Prangadakiler onu da bilemezler tabii. 
Ne ekmek, ne zeytin. 
Ve hattâ ne su... 
Tuvalete bile göndermiyorlar birkaç gün. 
Biraz uyuyabilsem... 
Hiç uyumaz mı bu Allah'ın belâları? 
Sabah-akşam başımızdalar. 
Biliyorum. 
Bütün bunlar sorgunun parçaları. 
Bu karanlık... 
Bu soğuk... 
Bu fareler, bu pireler... 
Bu daracık beton tabut... 
Burada ana karnındaki gibi yatabilirsin ancak; bir cenin gibi. 
Ahh anam! 
Canımızı bu tabut alacak. 
Askı ya da elektrik alamazsa bu tabut... 
Celladımız bu tabut olacak. 
Hangi cani yaptırdı bunları? 
Ne zaman yaptırıldı bu zindanlar? 
Kimin zamanında? 
Projesini çizebilecek mimarı nereden buldular? 
Kimin fikriydi böyle yerin altında inşa etmek bunları? 
Hangi namussuza betonlarını döktürdüler? 
Çıldırabilirim... 
Tam karşıda bulunan banyodan bozma işkence odasında, iskemleye çıplak olarak bağlanmış bir kızın bacak arasına cop sokuyorlar. 
O mahreme! 
Bir diğer işkenceci, kızın omuzlarını okşuyor "şevkâtle". 
"Saçların ne kadar yumuşak" diye "kompliman" yapıyor bir de alçak. 
Büyük bir güç harcayarak kımıldatabildiğim mazgalın aralığından gözlemlemeye calışiyorum bütün bunları. 
Kızın yüzünü göremiyorum; arkası dönük ve açı bana göre biraz ters.
İşkencehanenin içerisini tam olarak göremiyorum ama, girip çıkan işkencecileri seçebiliyorum. Gözbebeklerim karanlığa alıştığından olacak, görüntüler çok net değil. 
Hiç bağırmıyor kız. 
Ağlıyor yalnızca. 
Kesik kesik inliyor. 
Bir diğeri, benzeri işkencelerden sonra intihar etti geçenlerde. 
Daha yeni doktor çıkmış dünyalar güzeli bir kız... 
Kesiciyi nereden buldu bilemiyorum ama, bileklerini kesmiş olarak buldular hücresinde. 
O günden bu yana daha dikkatli davranıyorlar. 
İşlerini yaparken özeniyorlar adeta.
 Hatta zaman zaman doktor nezaretine bile gerek duyuyorlar. 
İnsanlık düşmanı doktorları nasıl ve nereden buluyorlarsa? 
Hiç direncim kalmadı. 
Gücümü yitirdim iyice. 
Ellerim çözülüyor artık. 
Hiç kalkmamacasına yığılabilirim şimdi şuraya. 
Birazdan beni de "ameliyata" alacaklar. 
Önce ayak seslerini duyacağım. 
Onun ayak seslerini çok iyi tanırım. 
Hangi hücreye yöneldiğini de cok iyi anlayabilirim. 
Ayak seslerinden ve adımlayışından teşhis edebilirim onu. 
DAL'ın (Derinlemesine Araştırma Laboratuarı) bizden sorumlu tim şefini... 
Ayak sesleri hücremin önüne geldiğinde, büyük bir gürültüyle mazgal açılacak ve içeriye pis bir battaniyeden kesilmlş göz bağını fırlatacaklar. 
Tabi bütün bunları kendilerini göstermeden yapacaklar. 
Ne tuhaftır ki, kendimi işkenceye kendi ellerimle hazırlayacağım. 
Gözlerimi sıkıca bağlayacağım. 
Sonra demir kapı sarsıntıyla açılacak. 
Yumruk ve tekme yağmuru altında "ameliyathaneye" götürüleceğim. 
Ve çırılçıplak soyunacağım. 
İlk iş olarak cırılçıplak... 
Belki bu kez ayaklarımdan asacaklar. 
Ya da "Filistin" usulünü uygulayacaklar.
Belki elektrik verip, falakaya yatıracaklar. 
Başıma asit dökecekler, makatıma demir çubuk, cop ya da şişe sokacaklar. 
Belki de hayalarımı burup, üretkenliğimi yok edecekler. 
Suat'la yüzleştirdiler geçenlerde. 
Her yanı cılk yaraydı. 
İdrar ve kan kokusu sinmişti üzerine. 
El ve ayak bileklerindeki etler patlamış, sarkıyordu. 
Bir külçe gibiydi tıpkı. 
Et ve kemikten ibaret bir yığın... 
Ve o haliyle alay ediyorlardı alçaklar. 
"Daha çok altına işeteceğiz seni" diyorlardı. 
Gördüm onu. İnsanlıktan çıkarılmışlığına tanık oldum. 
Sağ kalırsam eğer mutlaka anlatacağım. 
Mutlaka, mutlaka... 
İşte geliyorlar. 
Bu ayak sesleri onun.
 Tim şefinin. 
Tam yirmiiki adım sonra hücremin önündeler. 
Birazdan ağır postallarıyla beynimin tüm kıvrımlarında koşuşturmaya başlayacaklar. 
Salyalarını beynime akıtacaklar. 
Ve ben, ölümle yaşam arasında, belki makatımdaki demir çubukla, bir nefeslik sigara içimi arasında yine sırat köprüsünü geçmeye çalışacağım. 
Geçmeyi başarsam da, düşüp kalsam da, ölen yine ben olacağım. 
Bebeğim... 
Seni götürdüler mi bebeğim? 
Uzaklaştırdılar mı buralardan? 
Bunlar üç yaş-beş yaş demezler bebeğim, seni de getirirler buralara. 
'Getireceğiz' diyorlar zaten. 
Git... 
Git... 
Git... 
Git buralardan. 
N'olur git . 
Başka, bambaşka diyarlara git. 
Korkuyorum... 
Ölesiye, ölesiye korkuyorum.. 
Gidin... 
Gelmeyin... 
Gidin... 
Gidin... 
Gidin... 
Heyy kimse yok mu? 
Bizi gören... 
Bizi duyan kimse yok mu? 
Tam ikiyüzbin kişiyiz burada yok mu? 
Ya siz? 
Siz bayım? 
Siz siz... 
Siz demokrat! 
De-mok-rat! 
Neredesiniz? 
Nerelerdesiniz? 
Biliyorum, biliyorum... 
Hep olduğu gibi, yine ortalığın aydınlanmasını bekliyorsunuz. 
Bir gün mutlaka çıkarsınız. 
Puslar dağılırken bir gün... 
Bağır bağır bağırırsınız. 
Yine demokrasi havariliği yaparsınız. 
Ve dilden dile, kulaktan kulağa anlatılır kahramanlıklarınız.
 Dolup dolup taşar standlarınız imza günlerinde. 
Alkışlanırsınız. İ
yi-güzel ama, ben o güne kadar nasıl dayanırım? 
Nasıl başarırım hayatta kalabilmeyi, nasıl? 
Ölüyorum beyler, ölüyorum. 
Heyy kimse yok mu? 
Kimse yok mu? 
Yok mu? 
Kimse... 
Kim-se yok-mu? 
Tek bir demokrat bile mi? 
Kim... 
Se... 
Yok... 
Yok... 
Yok... 
Y-o-k!

1982 - Mamak

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KANDIRA'LI BİR ÇİNGEN - MUSTAFA KANDIRALI - YAZI

MİLİTARİZM, ASKERİ DARBELER, DEVRİMLER - YAZI - SİYASİ

MOMMY MOMMY - YAZI

> BABAYIM BEN - ŞİİR

DAHA 13 KERE İNTİHAR EDEBİLİRSİN - YAZI

HAY BEN BÖYLE TOPLUMUN - KISA YAZI

BİR YALAN TAKTİK - İYİ POLİS - YAZI - POLİTİK