AH ATTİLA İLHAN AH - 12.10.2019 - YAZI
AH ATTİLA İLHAN AH
AH SEVDALARIMIN ŞAİRİ
VAH KOCAMAN AMA SIĞ YÜREKLİ
ANTİ-DEMOKRATIM VAH
Attila İlhan’ı bir şair olarak çok severim.
Hayallerimin, sevdalarımın şairidir.
Aslında sizler için de öyledir sanırım.
“Gözlerin gözlerime değince
Felâketim olurdu ağlardım”
Nasıl uçsuz-bucaksız dizelerdir bunlar?
“Ne kadınlar sevdim zaten yoktular”
Ne müthiş dizelerdir ?
“Ben sana mecburum bilemezsin”
Ah… Ah…. Ah…
Atilla İlhan tartışma götürmez, şiirimizin büyük üstadlarındandır.
Ancak böyle olması, demokrat bir kişiliği olduğu anlamına gelmiyor maalesef.
Yıllar sonra, ölüm yıldönümünde, bazı gerçekleri dile getirmek farz oldu, bunca paylaşılanlar karşısında.
Evet, Atilla İlhan çok iyi bir şairdir ama, iyi bir demokrat değildi.
Düşünün ki, kim ne derse desin, Necip Fazıl da ölümsüz şairlerimizdendir.
Gericidir, islâmcıdır, muhafazakârdır; şudur-budur; ama büyük şairdir.
Necip Fazıl’ın gericiliği , özellikle devrimci kesimler arasında çokça tartışma konusu olmuştur ama, onun şairliğini eksiltmiş değildir bu durum?
“İkinizin de ne eş ne arkadaşınız var
Sûkut gibi kimsesiz, çığlık gibi hürsünüz
Dünyada sakınacak bir kuru başınız var
Onu da ne tarafa olsa götürürsünüz”
Bu dizeleri kaleme alan birinin büyük bir şair olmadığını kim iddia edebilir?
Hele okuyucu, şairin ideolojik eğilimlerinden bi-haberse.
Ya da önyargısızsa diyelim…
Bir de dünyanın kabul ettiği komünist şairimiz Nazım Hikmet var tabi.
“Dörtnala gelip uzak Asya’dan bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim”
Özellikle ülkücüler neden şu sıralar bu dizelere sahip çıkıyorlar dersiniz?
Dikkatli gözler ve okuyucular bu muhteşem dizelerin hiç de komünistçe olmadığını göreceklerdir.
Tersine, dizeler buram buram milliyetçilik kokmaktadır.
Demem şu ki dostlarım, maalesef dünya çapındaki ve tartışmasız en büyük şairlerimizden biri olan Nazım’ın bazı şiirlerinde de, gizli bir milliyetçilik, ulusalcılık mevcuttur.
Nasıl ki Atilla İlhan’ın anti-demokratlığı, büyük şair olarak tabulaşmış olması nedeniyle henüz tartışma konusu bile edilemiyorsa, Nazım’ın gizli milliyetçiliği de; haydi daha açık dile getirelim; komünistliği de, şimdilik yutulan bir konudur.
Ama bilinir ki, gerçekler örtü altında kalmayı sevmezler.
Ve bir gün mutlaka gün yüzüne çıkıverirler.
Ülkemizde demokratlığın simgesi haline getirilmiş nice isimler vardır ki, aslında uzak-yakın demokratlıkla hiçbir ilişkileri yoktur.
Sadece öyle sanılmaktadırlar.
Demokrasi bayrağını her daim zirvede tutmuş olan öyle isimlerimiz vardır ki, örneğin Kürtler onların demokratlığından yaka silkmişlerdir.
Özellikle 12 Eylül’de bu isimlerin bazıları, örneğin bir köşe yazısı yazdıklarında, ve yine örneğin Mamak’ta Kürtlere büyük ‘yıkımlar’ uygulanırdı.
O şahıslar, Kürtlerle ilgili bir makale yazdıklarında Kürtler her an korkuyla ‘yıkım’ beklerlerdi.
Neyse…
Daha fazla tabulara dokunup, daha fazla kafaları karıştırmayalım.
Günü gelince onları da konu ederiz.
Gelelim şimdi esas konumuza.
Özellikle 12 Eylül döneminde demokratlığın çok önemli 2 kıstası vardı.
Fikir özgürlüğü çerçevesinde anti-komünist olmamak ve Kürt düşmanı olmamak.
Oysa bugün demokrat diye göklere çıkartılan kimi şahsiyetlerin çoğu, o zamanlar anti-komünist ve Kürt düşmanıydı ve yaşayanların ise çoğu, halâ anti- komünist ve Kürt düşmanıdırlar.
Bugün artık demokratlığın kıstasları hayli genişledi.
Buna canlı hakları, kadına yönelik tutum, cinsel ve her türlü ayırımcılık, ırkçı-turancı-kör milliyetçilik vb. vb. pek çok kıstas eklendi..
Ancak 12 Eylül karanlığında, anti-komünizm ve Kürt düşmanlığı en temel kıstaslardı.
Ve maalesef Attila İlhan da, bu bağlamda tam bir anti-komünist ve anti-demokrattı.
Bir anekdotla konuyu somutlayabilirsek ne alâ.:
Yıl 1985 lerin ortaları.
Mamak’dan çok kötü bir psikolojiyle ve yaklaşık 30 kg. kaybederek çıkmışım ki, kendimi toparlayabilmem yıllarıma mâl olmuş.
Şansına, dönemin en büyük yayınevlerinden birinde işe girmişim.
İşim yazmak olmamasına rağmen, yayınevinin pek çok yayınına imzasız yazılar göndermişim ve yayınlanmış.
Ve ayrıca işçi mitinglerine, üst düzey istifalara kadar giden, patronlarla ilgili çok önemli bir haberim, dönemin en prestijli ve trajlı dergisine kapaktan girmiş, 55 hafta boyunca da inmemiş.
Buna rağmen ne bir teşekkür almışım ne de adım zikredilmiş.
‘Bunlar Türkiye’nin gerçeğidir’ deyip geçiyorum.
Tersine kısa bir müddet sonra, dört arkadaşımla birlikte işten atılmışım.
Tabi ki işten atılmışız ama, tantanamız bitmiş değildir.
Kamuoyuna yansıyan tantana karşısında, çaresiz, yayınevinin patronu da dönemin en önemli sanat dergilerinden birine uzun bir röportaj vermiş ve işten çıkarılmalarla ilgili gerçekleri tümüyle tahrif etmiştir.
Röportajın yayınlandığı sanat dergisi de buna alet olmuştur.
Aslında, özellikle Ankara’da işten atılanların beşi de solcu olarak bilinen kişilerdir ve bu nedenle işten atılmışlardır.
Patronun röportajı sonrasında ben de, Ankara’da işten atılanlar adına bir yazı yazıp, tekzip amaçlı aynı dergiye göndermişim.
Derginin yazı işleri müdürü, ‘yazının ilgiyle karşılandığını ve yayınlanmasının önünde bir engel olamadığını’ söylemiş, ancak ‘ yazının, derginin Sanat danışmanı Attila İlhan tarafından da okunması gerektiğini’ söyleyerek, üç gün sonra İstanbul’da randevu vermiştir.
Arkadaşlarım adına randevuya gittiğimde Atiilla İlhan beni kapıda karşılıyor.
Tokalaşmak üzere uzattığım elimi sıkmıyor ve kendisi makamına oturmasına rağmen, benim oturmam konusunda hiçbir nezaket göstermiyor.
Dolayısıyla dialog, tarafımdan ayakta sürdürülüyor.
Salonda 25-30 civarında çalışan da vardır ki, bu dialogu merakla bekledikleri açıktır.
Attila İlhan’ın bakışları çok düşmanca ve öfke doludur.
Aramızda geçen dialog aynen şöyle:
Okuyun ve bir demokrata yakışıp yakışmadığına siz karar verin artık.
Ve bu dialog yaşandığında,12 Eylül’ün ağır koşulları halâ devam etmektedir.
A.İLHAN: Sen komünist misin?
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
K.KÖKSAL: Anlayamadım, nasıl yani? Bu olayın komünist olup olmamakla ne ilgisi var?
A. İLHAN: Sen bu cesareti kendinde nereden buluyorsun?
K.KÖKSAL: Hangi cesareti?
A.İLHAN: Bu yazıyı yazma cesaretini?
K.KÖKSAL: Yazı yazmanın cesaretle ne gibi bir ilişkisi olabilir? Sadece solcu olduğum için ve keyfi bir şeklide işten atılmış bir kişiyim. Adaletsizliğe maruz kaldım. Bu nedenle yayınevimizin patronuyla derginizde yapılan röpörtajın tarafı ve muhatabıyım. Ama siz, derginizde haksız olanı haklı göstererek bu adaletsizliğe ortak oldunuz.
A.İLHAN: Sizin kendi yayınlarınız yok mu?
K.KÖKSAL:: Neyi kastediyorsunuz?
A.İLHAN: Kendi dergilerinize yazsanıza. Bizim dergilerimize neden yazıyorsunuz?
K.KÖKSAL: Burada yalnız değiliz ve konuşmalarınız çok provakatif. Böyle devam ederseniz kapıdan çıktığımda akıbetim hiç de hoş olmayacak. Ayrıca bütün bu söylediklerinizin bu yazıyla nasıl bir bağlantısı olabilir? Patronumla söyleşiyi sizin derginiz yaptı. Ve derginiz kanalıyla büyük bir adaletsizlik ört-bas edildi. Bu nedenle bu yazı derginize ulaştırıldı. Gerçekleri görün, anlayın diye…
A.İLHAN: Burası Türkiye, Fransa değil. Oralarda istediğinizi yazabilirsiniz.
K.KÖKSAL: Attila bey rıca ederim, ne ilgisi var? Siz şunu söyleyin. Yüz kişiye varan bir tasfiye olayında, tarafsızlık görünümüyle patronumdan yana tavır koydunuz mu? Patronumdan yana taraf oldunuz mu, olmadınız mı? Sonra bu yazı, sizin tartışmada unuttuğunuz taraflardan birinin görüşlerini aktarıyor mu, aktarmıyor mu? Ve bu yazı gerçekleri dile getitiyor mu, getirmiyor mu?
A.İLHAN: Yanlış demedik ki zaten.
K.KÖKSAL: O halde neyi tartışıyoruz?
A.İLHAN: Sizin arkanızda kimler var, bu cüreti nereden buluyorsunuz?
K.KÖKSAL: Arkamızda kimse yok ve kimseden de korkumuz yok.
A. İLHAN: Biz böyle bir yazıyı bütün atılanlardan istedik. Ama kimse yazmaya yanaşmadı.
K.KÖKSAL: Olabilir. Bana gelseydiniz yazar verirdim. Ben işsizim. Doğaldır ki, işsiz kalmak gibi bir kaygım yok. Bundan böyle basın sektöründe çalışmam da şart değil. Arkamda da kimse yok. Yazı doğruları dile getiriyor mu, getirmiyor mu, onu söyleyin siz bana. Yayınlayıp, yayınlamamanız hiç önemli değil. Ama birilerinin, size de söyleyeceği bir şeyler olmalıydı.
A. İLHAN: Tamam. Yazıya yanlıştır demiyorum. Ama yayınlamam.
K.KÖKSAL: Bunun hiçbir önemi yok. Teşekkür ederim.
A.İLHAN: Zaten siz de bir komünistsiniz.
K.KÖKSAL: Siz de tam bir provakatörsünüz sayın İlhan. Amacınızı anlayabilmiş değilim. Bir telefon edip ihbar etmediğiniz kaldı.
Ve vurup kapıyı çıkıyorum dışarı; içimde koca bir karanlık ve pek çok endişeyle.
AH ATTİLA İLHAN’IM AH
VAH KOCA ŞAİRİM BENİM
Not: Bu konuşma o dönem, o dergide çalışan pek çok kişinin önünde ve açıkta cereyan etmiştir. Cümle yapılanışları tıpatıp aynı olmamakla birlikte, içerik tıpatıp yukarıdaki gibidir.
Ayrıca o hafta çıkan söz konusu dergide, Attila ilhan bu konuya istinaden bir de şiir yazmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder