SARI KADİFE CEKET - HİKÂYE
Bütün bir gün direksiyon salladıktan sonra, biraz önce eve ulaştım. Televizyon karşısında ayaklarımı uzatıp, demli bir çayla keyif yapmak vardı ama yapamadım. Beni, sanki zaman kaçıyormuşcasına klavye önüne oturtup, zihnimdekileri yazmaya iten ihtiyaç öylesine ağır bastı ki, keyif yapmayı, aşağıdaki hikâyeyi bitirdikten sonraki bir zamana bıraktım.
Bundan bir ay öncesi... 18 Eylül 2021. İzan Yayıcılık'ın Ankara'da düzenlediği okurla buluşma-imza günündeyim. Kitap imzalatan pek çok kişinin içinde biri var ki günboyu aklıma yazılıyor. Çok zarif bir adam. Her halinden zerafet akıyor. Adı ve tavırları bana geçmişten bir şeyler çağrıştırıyor. Kitabıma bir şeyler karalayıp imzalıyorum ve 'Ben de sizin kitaplarınızı alacağım' diyerek ayrılıyoruz. Ayrılıyoruz ama, günün telâşesi içinde adamın kitaplarını almayı unutuyorum.
Bunu ancak ertesi gün İstanbul'a döndüğümde hatırlıyorum ki, içime koca bir taş düşmüş gibi bir ağırlık hissediyorum.
Değerli okurlar, sizden rıcam buraya kadar yazdıklarımı hafıza heybenizin bir köşesine koyun. Koyun ki daha sonra bu bilgiyi oradan çıkartıp yeniden kullanalım.
Hayat...
Hayatlarımız bir dipsiz kuyu.
Bir bilinmez kuyu.
Kendimiz dışında pek çok insan için, kitapların o dipsiz kuyulardaki aktarımlarını okuyarak idrak edebilmek pek mümkün değildir her zaman. Çünkü yazarın gözyaşlarının arkasına bakmak ve kalbinin en derinlerine inmek de gereklidir bunun için.
Neyse...
Yıl 1981. Yani tam 40 yıl öncesi. Dile kolay 40 yıl bu. Sanırım Kasım ya da Aralık ayları... Soğuk... Ve DAL'dayım. 12 Eylül faşizminin resmi işkencehanesi Derinlemesine Araştırma Laboratuvarı'nda.
1'e 2 m. boyutlarında bir beton hücrede, üzerimde bir tişort ile donmaktayım. Uyurken bile o beton zeminde bu şekilde uyumaktayım; esaretteki diğerleri gibi. Günlerden bir gün... Yine hücreden alınıyorum bir işkenceci tarafından. Ancak bu kez nedendir bilmem, gözbağını bağlamamı istemiyor benden. Muhtemelen DAL işkencecilerinden değil ama, memurlarından biri. Yine de belli ki laboratuvarda işkenceli sorguya alınacağım.
Çünkü başkaca hiç bir durumda hücreden çıkartmıyorlar. Günde bir kez tuvalet için hariç. Yanyana sıralı hücrelerin yer aldığı yaklaşık 20 m. uzunluğunda bir koridoru geçtikten sonra, banyodan bozma bir odaya alınıyorum. İçeride tanımadığım genç bir çocuk... Sanırım benden 6-8 yaş daha genç... Anlık olarak yalnız kaldığımızda 'benim işkence sürem bitti, Mamak'a götürüyorlar abi' diyor. Bu kadarcık bir konuşmanın ardından bir işkenceci odaya dalıyor. Sırtının bize dönük olduğu bir sırada çocuk üzerindeki sarı, kadife ceketi hızlıca çıkartıp bana veriyor. Ben de aynı hızla üzerime giyiyorum.
Sanki 'Ben bu sayede donmadım, sen de donma' diyor.
Bütün bunları işkenceci puşt farketmiyor. Daktilosunun başına oturmuş bir şeylere bakmakta. Sonrasında beni alıp başka birilerine teslim ediyor ve Allah'tan farketmiyor üzerimdeki sarı, kadife ceketi.
Kolları kısacık, düğmesiyle iliği göbeğimde birleşmeyen, boyu kıçımı bile kapatmayan o sarı kadife ceket kurtarıcım olmuştu sanki DAL'da. Mamak'a gidene kadar haftalarca o buz gibi hücrelerde ısınmamızı sağladı; diğer hücre arkadaşlarımla birlikte. Kimi giydik, kimi yastık yaptık, kimi yorgan yaptık, kimi altımıza aldık.
Ben bu çocuğu hiç unutamadım dostlar. Kim olduğunu öğrenebilmek için büyük gayret sarfettim. Ancak sol bir siyasi gruptan idamla yargılanan birisi olma ihtimali dışında bir bilgiye ulaşamadım. Bir de belki'lerle başlayan bir kaç isim öğrenebildim. Sonraları 12 Eylül'cülerin darağacında astığı siyasilerden biri olduğunu düşünüp hep onu andım her fırsatta, onu anlattım pek çok kişiye. Ama yüreğimin sızısını hiç dindiremedim.
Şimdi hafızamızdaki heybeye dönelim ve biraz önce oraya koyduğumuz bilgiyi tekrar masamızın üstüne alalım.
Sözünü ettiğimiz imza gününden 1 ay sonrası: 16 Ekim 2021 - Cumartesi. Yine bir okur buluşması. Yine İzan Yayıncılık... yine Ankara... Saat 13.00'de başlayacak olan etkinliğe saat 12.00'de gidiyorum. İlk iş olarak içimde ukde olan o adamın 2 kitabını satın alıyorum yetkililerden ve etkinlik başlayana kadar bir şiir kitabını okuyup sindiriyorum. Muhteşem şiirler. Hepsinin altında yaşanmışlık var. Duygu var... Gerçeklik var. Kitapları imzalatmak için etkinliğin başlamasını bekliyorum. Başlıyor... Hemen kendisini bulup karşısına oturuyorum. Bir önceki ay almayı unuttuğum için özür diliyorum ve kitapları benim için imzalamasını rıca ediyorum. 'Sadece 2 kitap vardı' diyorum. 'Tezgahta olmayan 4-5 tane daha var' diyor ve kitabın iç kapağına yazmaya başlıyor. Adamın bende yarattığı etki tıpkı önceki gibi. Son derece zarif. Ancak devrimci bir insandan beklenebilecek bir saygı insana karşı. O kitapları imzalarken, sorumu yöneltiyorum.
-Mamak'ta hiç bulundunuz mu?
-Evet
-Yargılandınız mı?
-Evet
-İdamla mı?
-Evet. Fakat kıyısından döndüm idamın. 1991 yılında ise Terörle Mücadele Kanunu'nun Geçici 4. Maddesi uyarınca şartlı salıverildim.
-Peki 1981'de DAL'da mıydınız?
-Evet
-DAL'dayken üzerinizde sarı kadife bir ceket var mıydı?
-Evet
-O ceketi Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi'ne götürülmeden önce, DAL'da karşılaştığınız birine verdiniz mi?
-Evet
-O bendim dostum, o bendim.
Ah dokunsalar ağlayacağım. Yıllarca asıldığını düşünerek yüreğim sızlamıştı. O sarı kadife ceketli çocuğu hiç unutmadım, hiç hayatımdan çıkarmadım.
Ortam öylesine kalabalıktı ki, gözlerimde baskı kuran yaşları bir türlü salıveremiyordum. Hızlıca yanından kalkıyorum tuvalete gidiyorum. Hüngür hüngür ama sessizce ağlıyorum. Sonra yüzümü yıkıyorum ve hayatın, dahi insanın rutin pisliğine geri dönüyorum.
Ah herkes Nail Koç olmalı bu dünyada.
Nail Koç'lar hep varolmalı.
Not: Sonrasındaki bir sohbetimizde, öyle bir olay aktardı ki Mamak günlerinden sevgilli Nail, resmen çarpıldım. Allah bile böyle çarpamazdı. Mamak tabukluklarında yaşanan 'bu olayı mutlaka yazmalı ve kitaplaştırmalısın' dedim. 'Yazdım' dedi. Hikâye hakkında daha fazla bilgi vermeyeceğim. Çünkü bu hikaye ona aittir ve kendisi aktarmalıdır. Bir gün okur ya da dinlerseniz siz de çarpılacaksınız inanın.
Sanırım şimdi ayaklarımı uzatıp, keyifle çayımı yudumlayabilirim.
Sevgiyle kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder